DİNİ KİRLETENLERE DİKKAT EDİNİZ!

Prof.Dr. Nihat Hatipoğlu
Çağımızda dini kirletenlerin ve din üzerine oyun kuranların çoğaldığını ibretle görüyoruz. Bu oyunları birkaç madde halinde hatırlatmak istiyoruz. Dikkat etmemiz lazım. Çünkü dini kirletenler ve tahrif edenler bunu yaparken sureti hakikatten görünüp -dine hizmet ediyormuş gibi görünüp- din kisvesi altında bunu yapmaktadırlar. Elbette ki, ben dini bozacağım diye ortaya çıkmayacaktır.
Çünkü eğer böyle deselerdi siz hemen onları tanırdınız. Onları bozuk ruh halleriyle baş başa bırakırdınız.

1- Bize Kuran-ı Kerim yeter. Hadislere gerek yoktur diyerek bütün hadisleri inkâr edenlere dikkat ediniz. Onlar aslında Hz.Peygamber’siz (s.a.v.) ve ibadetsiz bir İslam’ın peşindeler. Bunu açıkça diyemedikleri için böyle bir yol deniyorlardır. Takiyye yapıyorlardır. Onların son hedefi peygambersiz bir İslam’dır. Biz Hz. Peygamber’in olmadığı bir din dayatmasını küfürle eşit sayıyoruz.
Biz hadislerin sahih -doğru- olanını uydurma olanından ayırırız.

2- Şefaat yoktur diyorlar. Bununla; Hz. Peygamber’in (s.a.v.), namazın, Kuran’ın, meleklerin ahiretteki şefaatini inkâr ediyorlar.
Bunu yaparken de; “putlar ahirette bizim şefaatçimiz olacak” diyen müşrikler hakkında inen ayetleri müminler hakkında inmiş gibi gösteriyorlar. Ayetlerin iniş sebebini tahrif ediyorlar. Kuran’ın anlamını bozuyorlar.

3- Kabir azabı yoktur diyorlar. Böylece hem bazı ayetleri ve hem de bu konuda söylenmiş yüzlerce hadisi yok sayıyorlar.

4- Ahiretteki; sırat köprüsü, terazi, Kevser havuzu gibi durakları inkâr ediyorlar.
Bu husustaki bazı ayetlerin işaretini ve hadisleri yok sayıyorlar.

5- Ehli beyti sevdiklerini iddia ederek, onların şanlı isimlerini istismar ederek Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer gibi büyük sahabelere saldırmak için yol arıyorlar. Bizler biliyoruz ki Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman gibi yeryüzünün yıldızları, birbirlerine kardeşten öte bir sevda ile bağlıydılar. Biri diğerinin sağ kolu, yardımcısı ve dostu olarak yaşadı. Allah tümünden razı olsun. Sahabeye saldıranların bid’at ve hurafe ehli olduklarını alimler deklare etmişlerdir.

6- Tasavvufu bid’at olarak nitelendirip inkâr ediyorlar. Biz biliyoruz ki doğru uygulandığında, hurafe ve bid’atten uzak olarak anlaşıldığında tasavvuf; Efendimiz’in (s.a.v.) yaşadığı temiz ahlakı yaşamaya davettir. Bu, davetin bir yöntemidir. Bizler; sahtekâr ve şarlatan olanları ile gerçekten Allah’a hizmetkâr olan iddiasız, istismarsız gerçek davetçileri, mürşitleri birbirinden ayırıyoruz. Tasavvufa saygılıyız. Tasavvufu istismar edenlerle gerçek tasavvuf erbabını birbirlerinden ayırıyoruz.

7- İslam’ı anlatırken sanki Yüce Allah’tan daha merhametliymişler gibi bir role soyunup, cehennemi yok sayıyorlar. Bizler; cenneti de, cehennemi de Yüce Allah’ın yarattığına inanıyoruz. Elbette ikisini de hak edenler vardır. Ve bizler cennete talip olmaya çalışıyoruz.

8- Dinin eksenini; Kuran’dan, Hz. Peygamber’den (s.a.v.) başka tarafa çevirip namazsız, ibadetsiz, cezasız, mükâfatsız, sorumsuz bir din kurmaya çalışıyorlar. Bunun için ayetleri kendilerine evirip çeviriyorlar.

9- Yüce Rabbimizin Kuran-ı Kerim’de belirtilmiş vasıflarını yok sayıp Yüce Allah’a “Allah baba” diyerek tevhid anlayışını bozuyorlar.

10- Mezhep imamları olan; İmam Ebu Hanife (İmamı Azam), İmam Şafii, İmamı Malik ve İmam Ahmed gibi büyük alimleri yok sayıp, tenkit edip kendi hezeyanlarını onların önüne almaya çabalıyorlar.
Sizler bu tür insanları elbette biliyorsunuz.
Bizim için onların ismi cismi değil, ne yaptıkları önemlidir. Rabbim bizleri saadet dönemindeki -Hz. Peygamber dönemindeki  doğru çizgiden ayırmasın…

http://www.takvim.com.tr/Guncel/2013/03/22/sizi-ancak-bedirin-aslanlari-gecer

MANEVİ YÜKSELMENİN İŞARETLERİ NELERDİR

MANEVİ YÜKSELMENİN İŞARETLERİ NELERDİR SORUSUNA CEVAPLAR
1. Kuranı ve hikmeti araştırmak içi ve dışıyla tertemiz olmak,
2. Öğüt alma ve arınma arzusunu sürdürmek,
3. Gizli ve açık günahlardan sakınmak,
4. Malı, makamı, parayı, şehveti, ırkı, gücü Allah’a ortak etmemek,
5. Kuranı Kerimi dinleyince secdeye kapanıp Allah’ı eksikliklerden tenzih etmek,
6. Namazda huşu (korku, ürperti ve ümit) içinde olmak,
7. Dünyaperestlerin peşine takılmamak,
8. Allah anılınca kalbi ürpermek ve Kuran okudukça imanı pekişmek, görevlerini yapmanın ardından Allah’a tevekkül etmek,
9. Dosdoğru gitme arzunun kalbinde yer etmesi ve imanın sadakate dönüşmesi,
10. Kötülüğe karşı sadece iyilikle cevap vermek,
11. Kendilerinin ve din kardeşlerinin affını ve kalplerinde kinin oluşmamasını istemek,
12. Kurtuluş çizgisi olan nefsini arındırmak ve parlak tutmaya çalışmak,
13. Göğüslerinin İslam’a açılması ve Kuran dinledikçe saygılarının artması, derilerinin ürpermesi,
14. Geceleri yataklarından uzaklaşarak korku ve ümit içinde dua ermek ve infakı sürdürmek,
15. İmanlarını muhafaza ettikçe Allah da onları doğru yolda istikrarlı kılması,
16. Nefislerini her türlü kötü arzularından korumaları,
17. Cahillerin istek, heva ve heveslerine uymayışları,
18. Kuranı Kerimle gönüllerinin şifa, rahmet ve huzur bulması,
19. Kuranı Kerimi dinleyince gözyaşı döküp, biz iman ettik, bizi şahitlerden yaz demeleri,
20. Yollarda vakarla yürümeleri, olur olmazla tartışmamaları,
21. Gecenin bir kısmını kuran ve secde ile değerlendirmeleri,
22. Bizi cehennem azabından koru diye dua etmeleri,
23. İsraf ve cimrilikten kaçınmaları,
24. Allah’tan gayrısısına yalvarmayışları,
25. Cinayet ve zinadan kaçınmaları,
26. Daima tövbe ve istiğfara devam etmeleri,
27. Yalan şahitliğinden uzak durmaları,
28. Dünya ve ahiret hayatına faydası olmayan boş işlerden uzak durmaları,
29. Ayetlere kör ve sağır gibi yaklaşmamalı; bilakis önem vermeleri,
30. Eş ve zürriyetlerinin hayırlı olmasını ve bizi takvalara önder kıl diye dua etmeleri,
31. Bu özelliklere sahip olanların cennetin yüksek makamlarıyla müjdelendiği görülmektedir.

İblis, sizinle çok savaşlar yapar

ş

(M. 89) Mevlânâ’da gerçi konuşmak arzusu yoktu, sözünü bitirmişti. Ancak emrimi yerine getirmek için şu bir kaç sözü söylemeye ve şu öğütleri vermeye başladı:

İblis, sizinle çok savaşlar yapar. Bundan sonra öyle görünüyor ki, size vesvese (kuruntu) vermekte zorluk çekecektir. Onu görmekten, sözünü dinlemekten çok zahmet çekeceksiniz ki, size bir ziyan vermesin.

Hazreti Peygamber şöyle buyuruyor: «Ulu Allah’a kırk sabah içten ibadet edenlerin kalbinden hikmet kaynakları fışkırır, lisanından dökülür.» Bu kırk sabah, müminin gönlünün anahtarıdır. Yoksa yüz bin sabahın bile ona faydası olamaz.

Şeytan, Yahya’ya, İsa’ya gizlice secde etti. Bu nedir? Korkudan, umutsuzluktan ileri gelen iman makbul değildir, derler. O halde Allah’a gerçek iman hangisidir?

Gerçek iman, bu cihanın renklerine boyanmadan, o cihanın nakışlarını görenlerin ve o ilâhî âlemin seslerini işitenlerin imanıdır. O halde Firavun için neden öyle olmadı? Onun imanının da kabul olunması gerekirdi. Madem ki son nefesinde, tek kelime ile imanlı gitmek mümkündür. Firavun da öyle olmalıydı. Kuran’ da bu konuda üç kereden başka müsamaha yoktur. Nasıl ki şöyle buyurulmuştur: «O kimseler ki, önce iman ederler, sonra kâfir olurlar, sonra yine iman ederler ve tekrar inkâr  ederler, küfürlerini artırırlar.  Allah onları yarlıgamaz,  doğru yola da yöneltmez.»  (Nisa sûresi, 135). Allah, kâfirin küfründe devam ve ısrar etmesini istemez. Belki iki defa imandan uzaklaştığı için üçüncü defasında kâfir olmuştur. Onun geçmişteki küfrü imandan artık bir dereceye varmış, yani küfrü imandan üstün gelmiştir. Küfrün o kadar fazla gelmesi onun imandan yoksun kalması sonucunu doğurmuştur.  Ama  eğer işin öteki tarafını anlatırsam, ortada hiç bir şey yokmuş gibi olur.  «Kuran’daki bu müjdelerden, korkutmalardan,  ürkütmelerden hangisini dilersen onu yap; hangi gidişte ve yolda yürümek istersen yürü;   nihayet ömür   bakımından,   şeriat yönünden iman sözü dile gelince, mümin olarak gidersin,» demek, halka cesaret vermek ve onu ölüme götürmektir. Kuran’a aykırı konuşmaktır. Bu yolda konuşmalar, şu cihetten doğru değildir ki, neticesi halkı uyutmak, onları gaflete sürüklemek, işinden gücünden alıkoymak  olur.   Zaten  halk,  tarife  sığmayacak  kadar tembeldir. Halk, bu «Her ne istersen yap!» sözünü işitince, «son nefeste bir kelime ile anadan yeni doğmuş gibi olursun, mümin olarak gidersin,» sözüne güvenir. Evet, filân zat görünüşte kâfir olarak gitmiştir ama gerçekte o imanla gitmiş olabilir. Hatta o zat üçüncü defasında dil ile inkâr etse kâfirdir. Ama hakikat yo-nünden o, gerçek   mümin   olabilir.   Çünkü   hakikatte, âyette bildirilen, «Küfürlerini artırırlar,» yolundaki açık ifadenin dışındadır. Ama, «Bu ne biçim şeriattır “ki, halkın mahvolmasına sebep oluyor?» denirse, biz de deriz ki: Onları bu gibi korkutucu öğütlerden güvenli bir halde bırakmak, yüz bin kere daha korkunçtur. Bu, onları kuyuya düşürmektir. Eğer bu yolda yürür, bu yolda savaşır ve gece gündüz uğraşırsan, gittiğin yol doğrudur, gerçektir. Ama niçin başka birine bu yolu göstermiyorsun, onu tavşan uykusuna yatırıyorsun? Yoksa bu işte taklitçi misin? Yoksa doğru yol bu değil midir? Gel söyle bu nasıl olur! Onunla konuşmanın ne yeri var?

Aile İçi Şiddet

şiddetMüslüman bir insan aslında tüm farklı din mensublarına her yönden güzel bir örnek, aile hayatında da rol model olmalıdır. Ne büyük bir nimete sahibiz ki gerek kuran-ı kerimde, gerekse Peygamberimizin ( s.a.v ) yaşantısı ve rehberliğinde güzel geçime dair, hak ve adalete dair birçok bilgi verilmiş.  

İki farklı cinsin birarada uzun soluklu yaşaması beraberinde anlaşmazlıkları, çatışmaları kaçınılmaz kılsa dahi eğer kurallara riayet edilse aşılmayacak hiçbir engel yoktur.
Artan aile içi şiddete karşı evlilik için başvuran çiftlere isteye bağlı olmaksızın, iki ayrı ” BEN ” nasıl  ” BİZ ” olur sorusundan yola çıkarak   seminer yada birkaç seans terapilerle katılım sağlansa belki temel hak ve özgürlüklere dair olumlu adımlar atılacaktır.
Evlilik; iki ayrı cinsle yapılacak bir güç savaşı değil, iki ayrı kuvvetin birleşerek yaşamın tadını çıkarma, güçlüklere karşı dayanışma ve nesebin devamı ile mutlu huzurlu toplumun oluşmasında mihenk taşıdır. Yaşayan her insan kendini yetiştirmekle, çocuk eğitimi ile, aile kavramının güçlendirilmesi ile geleceğe karşı sorumludur. Artan kadına yönelik şiddet olayları her platforumda kınanıp, çözüm arayışına yöneltirken, aslında çözüm elimizin altında, kalbimizin içinde. Bir kez bakabilsek yeter.

    Cenâb-ı Hak buyuruyor:

    “…Kadınlarla iyi geçinin, onlara güzel muâmele edin!..” (Nisâ, 19)

    Rasûlullah (sav) buyurdular:

    “Allâh’ım! İki zayıf kimsenin, yani yetimle kadının hakkını zâyî etmekten herkesi şiddetle sakındırıyorum.” (İbn-i Mâce, Edeb, 6)

    Peygamber Efendimiz (sav) hanımlar husûsunda sahâbîlerine nasihatte bulunur ve onlara karşı muhabbeti zedeleyecek davranışlardan uzak durmalarını tembihlerdi. Nitekim muhtelif zamanlarda şöyle buyurmuşlardır:

    “Kadınları dövmeyiniz!.. Kadınlarını döven kimseler, sizin hayırlınız değildir.” (Ebû Dâvûd, Nikâh, 42; İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

    “Bir kimse karısına kin beslemesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

    Hz. Âişe vâlidemizin ifâdesiyle, kendisi de hayâtı boyunca hiçbir hanımına el kaldırmamış ve hiç kimseye eliyle vurmamıştır. (İbn-i Mâce, Nikâh, 51)

    Her Güne Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Bâtın: Mahiyeti gizli olan, gözlerden, idrak ve duygulardan aslını gizlemiş ve zâtıyla bâtın olan, demektir.

 Günün Nasihati

Hanımlara İslâm’ın lutfettiği hakları ve insânî değeri verebilen başka bir sistem mevcut mudur?