İç âleme geçiş zamanı

1028

Ey cemaat! Zahire göre işlerinizi yürütünüz. Sizin için en iyisi budur. Rahat bundadır. İç âleme aklınız ermez. İşte beyaz ve işte si­yah! Hangisini seçersiniz, siz bilirsiniz. İç âleminiz gelişinceye dek de­vam edin. Dış hükümlere uyun. Bir zaman sonra ruhunuzdan perde­ler açılır. İyiyi görürsünüz. Dış hükümleri bir yana atarsanız iç âleme geçmeniz kolay olmaz.

Dış hâlin iyileşince için nur dolar. Sırrına geçer, sonra kalbine akar. Sonra nefsine gider, sonra da diline gelir. İlk iş, dış cepheden başlar. İç âlemdeki duygulara gider. Tekrar dışa vurur. Hisler böyle­ce süzülür; varlığın erir; halkın iyiliğini gözeten işler yapar, onlara önder olursun. Sen bir şey demeden, onlar koşarak sana gelirler.

Bunlara ermek ne kadar mübarektir. Hak yola girer, Hakk’ı se­ver ve sevdirirsen ne mutlu sana! İddiaya kapılırsan yazık olur. Pe­rişan olursun. Allah sevgisinin birçok şartları vardır. Onların yerine gelmesi gerekir. Yalnız O’na uyman, sevginin gereklerindendir. Başka şeye bağlı olmamak ve yalnız O’nunla ünsiyet etmek de sevginin gere­ğidir. Hiç bir işe itiraz etme! O, sende istediği gibi tasarruf eder. Baş­kasında da aynı tasarrufu görürsün. Ses etme! Hakk’ın fiilleri seni korkutmasın. Her işte binlerce hikmet gizlidir.

Bir kulun kalbinde Allah sevgisi yer ederse, yalnız O’nu sever; başka uğraştırıcı işleri bir yana atar. Bunu yapamayan sevgi iddiasın­da bulunamaz.

Yalancı ve uydurma davadan dön. Bu yolda yapmacık hareket fayda getirmez. Bu yol, yersiz arzu ve boş temenni ile elde edilemez. Hele içi başka, dışı başka olan bir kimse bu yola hiç yaramaz. Bir de yalancılık peyda olursa, felâket o zaman başlar. Eğer sende bu hare­ketlerin az buçuğu varsa, hemen tevbe et. Tevbeni bozma. Tevbe et­mek iş değil; asıl iş onu bozmamaktadır. Bir ağacı sadece dikmek ma­rifet sayılmaz. Asıl marifet onu yetiştirip meyvesini almaktır. Bunu yapmaya çalış.

Ebü’l-Kâsım Debbûsî- Hak dostu aramak

mumEbü’l-Kâsım Debbûsî rahmetullahi aleyh, Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Buhârâ ve Semerkand arasında kalan Debbûsiyye köyündendir. Zeynel Âbidîn bin Ali hazretlerinin en küçük oğlu Hüseyin’in soyundandır. Bağdad’da 487 (m. 1094) senesinde vefât etti. Bir talebesine buyurdu ki:

“Bir akıl, başka bir akılla birleşirse, kötü iş işlemekten, kötü söz söylemekten kurtulur. Fakat nefs başka bir nefsle dost olursa, cüz’î akıl işsiz güçsüz kalır, bir iş göremez olur. Yalnız kaldığın ve danışacak bir akıl sahibi bulamadığın için, ümitsizliğe düşersen hakîkat güneşine mensup bir dostun, bir mürşidin gölgesi altına girersin. Yürü, çabucak kendine bir Hak dostu ara; böyle yaparsan Allah senin dostun olur, yardımcın olur.”

“Evlâdım; her kimi Allah tâlibi (Allah’ı isteyen) görürsen, onun dostu ol! Allah’ı isteyenlerin, Allah dostu olanların komşusu olursan, sen de Hakk’ı isteyenlerden olursun, onların sâyesinde sen de nefis savaşını kazanırsın. Bu dünyada kurulan dostlukların da nefsânî gayeler için olmaması gerekir. Şayet dostluk nefsânî ise bunlar âhirette düşmanlığa dönüşecektir…

Bütün bunların yanında dostluk kadar, dostluğu muhafaza etmek, yâni dostluk ölçüleri içinde yaşamak da çok önemlidir. Büyüklerimiz buyurmuşlar ki:

“Dostlarla konuşurken, çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket etmelidir. Çünkü söz vardır, keskin kılıç gibidir; dostluğu keser, öldürür. Kalbde tedavisi imkânsız yaralar açar. Kalb bahçesindeki yeşillikleri, sevgi çiçeklerini kış mevsimi gibi öldürür. Bir söz de vardır, ilkbahar mevsimi gibidir. Her tarafı süsler, güzelleştirir; sayısız yararlar sağlar.”

Ed-Debbûsî hazretleri vefatından kısa bir zaman evvel buyurdu ki: “Ey insanoğlu, sana nasihatim şu olsun. Hayatın boyunca iyilik üzere ol. İmânı, İslâmı öğren ve öğret. Hem kendine, hem başkalarına iyilik et, yardımcı ol. Çünkü bir gün gelecek, sen de ölecek, bu dünyâdan ayrılacak, âhirete gideceksin. Zenginlik hâlinde iyilik yapmayan, Allahü teâlânın ihsân ettiği mal ve beden zenginliğini yerinde kullanmayan, bunların elden gitmesi hâlinde, şüphesiz çok pişmanlık çekecektir, İşte, Allahü teâlânın sana verdiği bu sıhhat ve zenginlik hâlinde, O’nun rızâsı olan işlere koş. Bu hâlini ganîmet bil. Vakit geçirmeden, kendin için ve başkaları için emrolunanları yap. Zîrâ, ileride çok zor günler gelecektir. Âhirette ise, dünyâda iken yaptıkların karşına çıkacaktır.”

HADÎKATÜ’S-SÜ’EDÂ (ERENLER BAHÇESİ)- FUZÛLÎ

fuzuli

Âdem’in gam birle toprağın muhammer kıl
Anda derd ü mihnete mukarrer kıldılar
Mevkıd-i nîran-ı endûh eyleyüb terkîbini
Safha-i cânında nakş-ı gam musavver kıldılar

Çeviri: Âdem’in toprağını tasa ile yoğurdular; dert mihnet yerinde kalmasına karar verdiler; sıkıntı ateşinin yakıldığı yerde hücrelerini kardıktan sonra; can verme safhasında onu gamla süslediler.

İlahi Aşk bir nokta idi, Aşk her yerde

kıyıya vuran balıklar

Ey yolcu aklını başına al, seferin nereye? Hangi diyara gitmek istiyorsun? Nereye gidersen git, sen bizim gönlümüzdesin,. Denizden uzak düşmüş bir balık gibi, o denizin gamını daha ne kadar çekeceksin? Kupkuru kalmış dudakların ne zamana kadar denize hasret ve ayrılıktan şikâyet incilerini âleme saçacak?

İlahi Aşk bir nokta idi… / Aşk her yerde

ay ışığı manzarası

Sevgilim! Âb-ı hayat senin yüzündeki terden bir damladır geceleri gök yüzünde dolaşan nur saçan ay, senin yüzünün parıltısının bir eseridir. Ben;

“Bu uzun gecede ay ışığı istiyorum” dedim, düşünmedim ki

O, gece senin siyah saçlarının karanlığı, Ay ışığı ise senin yanakların.

Can ve gönülden kulluk etmek

şems

(M. 261) Hazreti Peygamber (Allah’ın salât ve selâmı üzerine olsun), şöyle buyurdu: Bir kimse kırk sabah Allah’a can ve gönülden kulluk etse onun kalbinden diline doğru hikmet pınarları akmaya başlar.

Peygamberimiz bu sözü kendi yoldaşları arasında açıklarken, dostlarından biri kırk gün kendi kendine ibadetle uğraştı. Sonra Hazreti Peygambere (S.A.) şikâyet etti. Ey Allah Resulü! dedi. Falan dosta öyle bir hal geldi ki, gözü, sözü, rengi değişti. Siz ise, bu hali beyan ederken yukarıda andığımız hadisi buyurmuştunuz. Ben gittim tam kırk gün elimden geldiği kadar uğraştım. Nitekim Kur’an’da, “Allah insana gücünün yettiği kadar teklif koyar,” (K. 2/286) buyurulmuştur. Senin sözünde de hâşa yalan olmaz. Hazreti Peygamber (S.A.) şöyle buyurdular: Ben, can ve gönülden kulluk ederse, dedim.

Can ve gönülden Kulluk etmenin şartı, bunu ancak Allah için yapmaktır. Yoksa başka emeller ve hevesler uğruna kulluk etmek değildir.

 

Bu gün kıblesi mutfak olan kimselerin

şems

Şiir:

Bu gün kıblesi mutfak olan kimselerin,

İyi bil ki, yarın yerleri cehennem olacaktır.

Ey senin o, gırtlağın ki, Allah’ın, «Yiyin için!» emri ile kesilmiştir! Bir kere sor ve de ki: Ey gırtlak söyle bir kere sen hançer misin? Yoksa hançere misin?

Az yemek sendeki gücü artırır, çok yemek hikmet ve düşünce kudretini azaltır.

Herkes mademki onunla kendini süsler, bu öğüdü dinle: Burada bulur da yemezsen, öte tarafta yersin, bu bana bir başlangıçtır dersin. Bunu öğren ki, gönül açıklığı ve sevap kazanasın! Aradığın sevgili sık sık sana yüz göstersin. Bunun misali, şuna benzer: iki kişi oruç tutar, biri bir şey bulamadığından aç durur, öteki ise bu orucu her şey bulduğu halde Allah rızası için, sırf sevap kazanması için tutar. Başka bir örneğini daha anlatayım: Bir hadım ağası ile başka bir delikanlı zinadan sakınırlar, yahut bir hasta ile güçlü kuvvetli bir erkek perhiz yaparlarsa, bunlar, hiç biri birbirlerine eşit olurlar mı? Nasıl ki, bütün hayvanlar da dişilerini bulamayınca göremeyince sabrederler. Ama hapsinin de zayıf bir tarafı vardır.

İlahi Aşk bir nokta idi… / Aşk her yerde

aşk

Kün kaleminin ucundaki zerrelerle yazılmıştır kâinat…
Galaksilerin kavislerinden kelebeklerin kanatlarına aynı mühür konmuştur; “Vav”…
Aynı kalem kalbin göz bebeğinden göğün göğsüne bir çizgi çekmiştir; “Elif”…
Ve insan her bir şeyde “Hu” yu okusun diye yaratılmıştır.

Kâinata ve kalbe yazılanlara iyi okumak güzelliklerle bezenmektir…
Kem kelimelerle kirletmez kalbini…
Hikmet konuşmak varken gıybet etmez tefekkür ederken hasislik düşünmez güzelliklere nazar ederken zanna zamanı kalmaz…

Hayatıyla bir “Elif” yazar “Vav” vuslatıyla yürür yüreği “Hu” okur…

İblis, sizinle çok savaşlar yapar

ş

(M. 89) Mevlânâ’da gerçi konuşmak arzusu yoktu, sözünü bitirmişti. Ancak emrimi yerine getirmek için şu bir kaç sözü söylemeye ve şu öğütleri vermeye başladı:

İblis, sizinle çok savaşlar yapar. Bundan sonra öyle görünüyor ki, size vesvese (kuruntu) vermekte zorluk çekecektir. Onu görmekten, sözünü dinlemekten çok zahmet çekeceksiniz ki, size bir ziyan vermesin.

Hazreti Peygamber şöyle buyuruyor: «Ulu Allah’a kırk sabah içten ibadet edenlerin kalbinden hikmet kaynakları fışkırır, lisanından dökülür.» Bu kırk sabah, müminin gönlünün anahtarıdır. Yoksa yüz bin sabahın bile ona faydası olamaz.

Şeytan, Yahya’ya, İsa’ya gizlice secde etti. Bu nedir? Korkudan, umutsuzluktan ileri gelen iman makbul değildir, derler. O halde Allah’a gerçek iman hangisidir?

Gerçek iman, bu cihanın renklerine boyanmadan, o cihanın nakışlarını görenlerin ve o ilâhî âlemin seslerini işitenlerin imanıdır. O halde Firavun için neden öyle olmadı? Onun imanının da kabul olunması gerekirdi. Madem ki son nefesinde, tek kelime ile imanlı gitmek mümkündür. Firavun da öyle olmalıydı. Kuran’ da bu konuda üç kereden başka müsamaha yoktur. Nasıl ki şöyle buyurulmuştur: «O kimseler ki, önce iman ederler, sonra kâfir olurlar, sonra yine iman ederler ve tekrar inkâr  ederler, küfürlerini artırırlar.  Allah onları yarlıgamaz,  doğru yola da yöneltmez.»  (Nisa sûresi, 135). Allah, kâfirin küfründe devam ve ısrar etmesini istemez. Belki iki defa imandan uzaklaştığı için üçüncü defasında kâfir olmuştur. Onun geçmişteki küfrü imandan artık bir dereceye varmış, yani küfrü imandan üstün gelmiştir. Küfrün o kadar fazla gelmesi onun imandan yoksun kalması sonucunu doğurmuştur.  Ama  eğer işin öteki tarafını anlatırsam, ortada hiç bir şey yokmuş gibi olur.  «Kuran’daki bu müjdelerden, korkutmalardan,  ürkütmelerden hangisini dilersen onu yap; hangi gidişte ve yolda yürümek istersen yürü;   nihayet ömür   bakımından,   şeriat yönünden iman sözü dile gelince, mümin olarak gidersin,» demek, halka cesaret vermek ve onu ölüme götürmektir. Kuran’a aykırı konuşmaktır. Bu yolda konuşmalar, şu cihetten doğru değildir ki, neticesi halkı uyutmak, onları gaflete sürüklemek, işinden gücünden alıkoymak  olur.   Zaten  halk,  tarife  sığmayacak  kadar tembeldir. Halk, bu «Her ne istersen yap!» sözünü işitince, «son nefeste bir kelime ile anadan yeni doğmuş gibi olursun, mümin olarak gidersin,» sözüne güvenir. Evet, filân zat görünüşte kâfir olarak gitmiştir ama gerçekte o imanla gitmiş olabilir. Hatta o zat üçüncü defasında dil ile inkâr etse kâfirdir. Ama hakikat yo-nünden o, gerçek   mümin   olabilir.   Çünkü   hakikatte, âyette bildirilen, «Küfürlerini artırırlar,» yolundaki açık ifadenin dışındadır. Ama, «Bu ne biçim şeriattır “ki, halkın mahvolmasına sebep oluyor?» denirse, biz de deriz ki: Onları bu gibi korkutucu öğütlerden güvenli bir halde bırakmak, yüz bin kere daha korkunçtur. Bu, onları kuyuya düşürmektir. Eğer bu yolda yürür, bu yolda savaşır ve gece gündüz uğraşırsan, gittiğin yol doğrudur, gerçektir. Ama niçin başka birine bu yolu göstermiyorsun, onu tavşan uykusuna yatırıyorsun? Yoksa bu işte taklitçi misin? Yoksa doğru yol bu değil midir? Gel söyle bu nasıl olur! Onunla konuşmanın ne yeri var?