Çalışmak

El-Fethur-Rabbani

Sana hiçbir şey kendiliğinden gelmez. Senin mutlaka çalışman, çaba ve gayret göstermen
gerekir. Takdir-i ilâhi budur deyip oturmak ve iman ve ibadet yolunda çalışmamak caiz değildir. Bilakis;
çalışmak, hamle yapmak ve takdirdekini elde edebilmek için uğraşmak, didinmek ve gayret
sarfetmek gerekir. Belki de Allah, hiçbir uğraşmaya ve didinmeye lüzum kalmadan o imanı
bize bahşedecektir. Ancak, ne olursa olsun, imanı ve bilgiye dayanan sarsılmaz inancı elde edebilmek
için, bizim mutlak surette çalışmamız gereklidir.Hiç şüphe yok ki, çalışmadan eline bir şey geçmez.
Helâl rızkını elde etmek için çalışmadın, didinmedin, gayret göstermedin. Allah yolunda
mücahede et. Miskin miskin oturma. Çalışmadan, yorulmadan ve emek sarfetmeden hazıra konmayı
düşünme. Sen işe başla. Çalışmaya koyul. Senden başkası gelir, meşgaleni tamamlar.

Kadere uymak

ears-of-corn-wheat-green-grass-wind-field-summer-nature

Ey cemaat ! Kadere uyun. Bu yolda hayli emek sarf eden Abdulkâdir’e dönün. Onun tuttuğu yolu siz de benimseyin. Kader, yolun­da boynu eğiklerden olduğum için beni Kâdir’e -Allah’a- ulaştırdı.

Geliniz, varlığımızı bir yana atarak O’na koşalım. Bu yolda biraz da perişanlık çekelim. Halk bizi rezil (!) görsün. Ne çıkar! Biraz zah­met çeksen, O’na vardıktan sonra hepsi geçip gider. İçimize ve dışı­mıza sultan kesilen nefsimizi Hak yoluna çevirelim. Cihan Şahı’nın elçisine başvuralım. Onu gönderenin hatırı için elini eteğini bırakma­yalım. (Peygamber’i kastediyor. Peygamber’e ulaştırıcı ve kavuşturu­cu olması sıfatıyla kendini kastetmesi de muhtemel) Tazim bizi kü­çültmez. Bilakis yükseltir. Size bir elçi gelse sözlerini dinlemeden ka­pıya mı koyarsınız? Tecrübe etmeden itimatsızlık mı beyan edersi­niz? Onu sevin ve ona bağlanın. Bunu yaparsanız, Hakk’ın sohbeti­ne erer, iyilik kaynağını bulursunuz.

İşte, dediklerimi dinle, göreceksin ki velayet derecesi kapıda se­ni bekliyor. Sen onu aramasan dahi o seni bulur. İlâhî ilim denizin­den doya doya içmen böylece kabil olur.

O’nun fazilet kapısına anlattığımız yoldan gidilir. Başka yol yok­tur. Fazilet sofrasına böyle oturmak kabil olur. O’nun rahmeti, kade­re uyana gelir. Bu hâlin sahipleri teklerdir. Milyonda bir çıkar. Her soyda ve her kabilede bir tane ancak çıkar. Belki de çıkmaz.

Takva hâli sana gerekli iştir. Allah yolunun gerçek erlerine uy. Nefsine uyar olma. Şeytan ve kötü arkadaşlarından kaç! Îman sahibi, bunların cihadından fariğ olmaz. Bunların elinden kurtulup başını dışa çeviremez. Nefisle cihad etmekten alnının teri kurumaz. Onun üzerinden ne zırhı çıkar, ne de atının eğeri sökülür.

O büyükler, uykuyu yenmek için uyurlar. Nefse karşı çarpış­mak için yerler. Zaruret olmadan konuşmazlar. Onlara âdet, sus­maktır. Ancak Rabb’lerinin kaderi onları konuşturur. İlâhî fiiller onları konuşturur; onlar bunun farkına varmazlar. Benlikleri ölmüş­tür. Yarın kıyamet olduğunda duyular nasıl konuşursa, burada on­lar öyle konuşur. Onları Allah konuşturur, Allah herkesi konuştur­maya güçlüdür. Sebepler yaratılır; onlar da konuşurlar. Herhangi bir iş için onların kullanılması gerekince, sebepler hazır olur.

Allah’ın dileği üstündür. Arzu ettiği şeyi yapar. O büyüklerin bu şekilde konuşmaları bir hikmete dayanır. Peygamberlerin vefatı sonunda, yerlerini bu büyükler aldı. Bir hüccet olarak konuşurlar. Her konuşmaları bir hükme dayanır. Yarın kıyamet günü olunca, halkın özrü kalmaz. Çünkü müjde ve çekinme mevzuunda, her sö­zü bu büyükler beyan etmiştir.

Peygamberlerden sonra halk, yararını onlardan öğrenecektir. Peygamberimiz:

“Bilginler, Peygamberlere vâristir.” buyuruyor.

Asıl veraset, yukarıda anlattığımız ve daha anlatacağımız huy­ları benimsedikten sonra başlar.

Allah yolunda olun

kitap-arasc4b1ndaki-pembe-c3a7ic3a7ek

Ey cemaat! Allah yolunda olun. Sâlihler böyle yaptı da erdi. Siz Allah yolunda olursanız, O da size yardımcı olur. Sâlih kişiler, hak yolda böylece erdiler; bir an bile ilâhi yardım onlardan kesilmedi.

Hak katından çıkacak kararların lehinize olmasını arzu ediyor­sanız, O’nun itaatine koşun. O’nun yolunda sabırla devam edin. Yap­tığı işlere boyun eğin. Hakk’ın hükmü ne olursa olsun, razı olun. Gerek size, gerekse başkasına bu yolda her ne ki geldi, uhdenize dü­şen razı olmaktır, teslim olmaktır.

Allah yolcuları dünyayı bir yana attılar. Kısmetlerini alırken takva eli ile aldılar. Bu arada verâ -şüphelileri bırakma- hâlini de bir yana atmadılar. Bu hâli benliklerine sindirdikten sonra öbür âlemi istediler. Bu işleri bitince, âhiret yolculuğuna hazırlık yapmaya koyuldular. Nefislerine karşı isyan bayrağını çektiler. Yaratanları önünde boynu bükük ve itaat ehli oldular. Onların vazifesi, önce ne­fislerini yola getirmek, sonra başkalarını. Önce özlerine öğüt verdi­ler; sonra da başkalarına.

Ey evlat! Önce nefsine öğüt ver. Onu yola getir; sonra da başka­larını. Sana nefsin özelliklerini bulmak başlıca vazifedir. Bunu yap­madan başkasına gitme. Senin, henüz ıslaha muhtaç hâllerin vardır. Bunu sen de biliyorsun. Yazıktır; bunu bildiğin hâlde, gayrın ıslahı sana nice nasip olur? Gözlerin bir adım öteyi görmüyor. Körleri ne­yinle yola getirmek sevdasındasın? İnsanları, ancak ileri görüşlü ve basiret sahibi olanlar yola getirebilir. Daimî dalgalarla kabaran de­nizden ancak Mahmûd (s.a.v) -Peygamberimiz- kurtarabilir. Ve onun hakiki vârisleri… İnsanları Allah’a, Allah’ın irfan ve tam îman nasip ettiği kimseler götürebilir. Ama onun hakikî ilminden ve irfanından nasibi olmayanlar, öncü olamazlar.

Hak tasarrufundan sana laf açmak düşmez. Sana gereken; O’nu sevmek ve O’ndan gayrı kimseden korkmamak. Ve bütün işleri O’nun uğruna görmek… Bunlar kalple olur. Dil gürültüsüne getirip söze boğ­makla olmaz. Sonra mihenk taşına vurulunca utanırsın. Herkesin için­de iddia etmek yakışmaz. Kuru davaya kimse inanmaz. Halk arasın­da söylediğin sözleri, yalnız kaldığın zaman da söylüyor musun? Ay­nı duyguları tek başına kaldığın zaman da duyman kabil oluyor mu? İşte, en önemli iş, bu oluyorsa mesele yok! Kapı önünde tevhid, içeri girince de şirk! Yakışır mı? Bu, nifak alametidir. İçi bozuk olma­nın ta kendisidir.

Acırım sana. Sözün ittikâ -kötülükten sakınma- dan açılıyor, kalbin ise fitne çıkarmaya meyyal. Şükrü dilinden bıraktığın yok; ama kalbin daima itiraz hâlinde. Allah Teâlâ bir kudsî hadiste şöyle bu­yurur:

“Ey insanoğlu, iyiliğim sana daima inmekte; ama senin de kö­tülüklerin bana gelmekte… Bu nasıl oluyor?”

ZAMAN OLUR Kİ, FAKİRLİK KÜFRE YAKLAŞIR

 

HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE
Allah’a mutlaka kul olmak isteyen ona iyi inanır. Ve her işini O’na teslim eder. O kul, bilir ki, rızık babında Allah kefildir. Yine okul kanaat getirmiştir ki, kendine ulaşan iyi bir iş, ilâhi fermandan habersiz değildir. Her hangi bir fena hal de kaderi ilâhinin iktizasıdır.

Bilhassa şu ilâhi vade kopmaz bağlılığı vardır:

– “Bir kimse Allah’ın emirlerine bağlı olur ve ondan korkarsa, ona güç yollar kolay olur. Bilmediği yerden rızık kapıları açılır. Kendisine tam tevekkül edene Allah yeter.”

İman sahibi daima bu ayeti okur ve manasına göre ruhi inşirah duyar. Bolluk devrinde bunu böyle bilir. Zaman olur, hikmet icabı bir imtihan belirince derhal sızlanmağa başlar, ağlar, feryad ederse bu hal onun tam bir iman sahibi olmadığını gösterir. O kimse bilmez ki, kader-i ilâhi ağlamakla, sızlamakla şekil değiştirmez. O zavallının bu acıklı hali Peygamber S.A efendimizin:

– “ Fakirlik zaman olur ki küfre yaklaşır.”

Hadis-i şerifinin manasına girer.

İman sahibi, hangi felaket olursa olsun, sarsılmaz ve maneviyatını bozmaz. İyi inanmıştır ki: Herşey muvakkattır. Dünya muvakkat olduğu gibi, onun imtihan devresi de muvakkattır. Yine kalbini Allah’a bağlayan bilir ki: Allah istediği an kimseden belayı kaldırır. Bu Allah’ın lütfudur. Bir gün gelir, kendisinin de imtihan devresi biter; afiyet ve bolluğa kavuşur. Daima şükreder. Hamd eder. Sena eder ve bu hal, Allah’a kavuşuncaya kadar sürer…

Bu haller gösterir ki, ilâhi imtihanlar iki yönden tecelli eder. Biri; iman sahibinin imanını arttırmak, diğeri ise; zayıf imanlının maneviyatını bozmak. Şayet o zayıf imanlı tahammül gösterirse imanı kuvvet bulur.

Allah bütün kullarına bir çok yönden bela verir. Bu belalar çoğunun felaketine sebep olur. Kul, o devrelerdeAllah’a tam bağlanmaz, durmadan itiraz eder. Allah-ü Taâlâ’yı (haşa) töhmet altına sokmak ister, söver, sayarsa…. Bu onun ebedi küfrüne sebep olur ve böylece dünyası ve ahireti berbatlaşır. Hak’ka kavuştuğu zaman ilâhi rahmetten herkesin nasibi olur; ama onun olmaz. Çünkü Rabbı ona darılmıştır. İşte Peygamber efendimiz bu hale işaret ederek şöyle buyurmuştur:

– “Kıyamet gününde en nasibsiz olan, dünyada fakir, ahirette cehennem azabına düçar olandır.”

Bu halden Allh’a sığınırız. Çünkü bu hal felakettir. Peygamber efendimiz bu fakirlikten Allah’a sığınmıştır.

İkinci şahsa gelince: O, hakkıyla inanmıştır. Allah’ın birliğine ve O’nun yapacağı her türlü eza ve cefaya razıdır. Zahirde cefa gibi görünen her halin bir nimet olduğunu iyi bilir. Onda tam bir kanaat vardır ki, sevgili kullara kavuşmak için onlar gibi yaşamak lazım. Peygamberlere varis olmak için, onların çektiği gibi cefakar olmak gerek. Düşünür: Hangi alim, hangi fazıl, hangi hakîm, hangi büyük ve nihayet hangi derviş ve hangi bende cefadan, hangi efendi zordan hâli kaldı….

Ama, ne olursa olsun Allah’a dayanan herkes kurtulur. O’na inanmış olan her imanlı dar zamanında daha geniş olur. İlâhi kement onların boynundadır. Sabır dağları onları içine almıştır. Çünkü imanları kuvvetlidir. Çünkü kadere razıdırlar.

Bu sabır ve imandır ki; onu her an şükür yoluna sevkeder. Herşeye muvafakat, kaza ve kadere ve ilâhi hikmete mebni olduğunu sezdiği her şeye boyun eğer. Bu yüzden ilâhi rahmetin en büyüğüne erer. Gündüzleri onun için bir nur kaynağı, geceler ise bir rahmet sofrası olur. Dışı hoş, içi boştur. Bu halde devam eder, tâ, Allah’a kavuşuncaya kadar… Hâdi Allah’tır…

Kişi Rabbini Nasıl Görebilir?

El-Fethur-Rabbani

Kulun kalbi bütün fanilerden boşaldığı ve orada
Allah’tan başka hiçbir şey kalmadığı zaman, Allah
dilediği şekilde kendisini ona gösterir. Nasıl ki
başkalarını zahiren gösteriyorsa, kendisini de
bâtınen gösterir. Nasıl ki Mirac gecesinde
Peygamber Efendimiz’e gösterdiyse, tıpkı bunun
gibi, o kuluna da gösterir. Nasıl ki bu kul uykuda
iken, gözleri kapalı olduğu halde gördüğü rüyada
kendi kendisini görüyorsa, aynen bunun gibi,
Allah’ı da görebilir. Gerçekten insan rüyada, o
anda gözleri kapalı bulunduğu halde, kendi
kendisini aynen ve birçok şekillerde görebiliyor.
Tıpkı bunun gibi, Allah o kuluna öyle bir mânâ
ihsan eder ki, onunla Rabbini görür. O’na
yakınlığını görür. Sıfatlarını görür. Lütuflarını,
fazlını ve ihsanını görür. Hediyelerini görür.
Tecelli yerlerini görür.
Benim söylediklerimi anlamaya çalışınız. Onları
arkanıza atmayınız. Ben, hak içinde hakkı
söylüyorum. Tecrübelere dayanarak konuşuyorum.
Birçoğunuz müslümanlık iddiasında. Fakat
yanlarında, İslam’ın hakikatinden eser bile yok.
Vah sizlere! Üzerinizde İslam’ın yalnızca ismi var.
Bu isim müslümanlığı size fayda vermez. İslam’ın
şartlarını sadece zahirî yönüyle işliyorsunuz, zahirî
yönüyle yaşıyorsunuz. Bâtın yönüne ise hiç
girmiyorsunuz. Amelleriniz hiçbir şeye denk
değildir.

Ölmeden Evvel Ölmek

El-Fethur-Rabbani

Rabbin ile aranda, sen kendin varsın. Kendini
aradan çıkar. İşte o zaman, O’nu görürsün!
Nefsine muhalefet ederek, onunla savaşarak ve
onun heves ve arzuları karşısında sağır kesilerek
kendini aradan çıkar. Nefsinin zevklerini, hevaî
arzularını ve budalalıklarını asla yerine getirme.
İşte o zaman, mahviyete razı olur ve senin kalbinin
yüzünden uzaklaşır. Nefs-i emmarenin çıktığı yere
nefs-i mutmainne girer. Nefs, mutmainne hale
geldiği ve hakkı kabule müsait olduğu zaman, ona
daha önceki ruhtan başka bir ruh üfürülür. Bu ruh
Rububiyet ruhudur, akıl ruhudur.
İki çeşit ölüm vardır. Bunlardan biri, avam
tabakasının bildiği ölümdür. Bu, ruhun bedenden
ayrılması demek olan ölümdür ki, herkesçe
bilinmektedir. Bir de havas, yani seçkinler
tabakasınca bilinen bir ölüm vardır ki, bu da hevai
duyguların, nefslerin, kör tabiatların ve kötü âdet
ve alışkanlıkların ölmesi ve yokolması demektir.
Bu tür ölümde kalp dirilir, hayat bulur.
Ölmeden önce öl. Hem kendinden geç, hem de
Allah’ın gayrı şeylerden. İşte o zaman dirilir,
hakiki hayata kavuşursun. O zaman, Hak ile
birlikte ebedî hayata kavuşursun. Görünüşte ölü
gibi olursun, fakat kaderin eli sende olur. Onu
istediğin tarafa çevirirsin. O el, çabasız, gayretsiz
olarak nasibini alır.
Allah, kulu bütün menfi duygu ve halleri ile
yokolduktan sonra, onu yeniden yaratır. Başka bir
yaratışla onu hayata iade eder. Önce yokluk (fena)
eli ile yokeder. Sonrada varlık (beka) eli ile hayata
iade eder.
Nefs, Allah ile kullar arasında bir perdedir. Onları
Allah’a karşı perdeler. O ortadan kalkınca, perde de
kalkmış olur. Bayezid-i Bestami Hazretleri demiştir
ki:
– Rabbimi rüyada gördüm. Dedim ki: “Sana
ulaşmanın yolu nedir, Yarabbi?” Bana cevaben
buyurdu: “Nefsini bırak, gel.” Bunun üzerine ben
de, tıpkı yılanın kılıflarından sıyrılması gibi,
nefsimden sıyrıldım.
Arifler, seçkinler kıyametlerini daha dünyada iken
vuku buldurmuştur, daha dünya hayatında
nefslerinin tepesine kıyameti dikmişler ve azap
gelmeden önce, ağlamasını bilmişlerdir.
Sizin hiçbiriniz, “Kıyamet ne zaman kopacak?”
diye bir soru sormasın. Kıyametin kopmayacağı
zannına kapılmasın. Zira unutmasın ki, kendisi
öldüğü an, kıyameti kopmuş demektir. Kim ki
ölürse, onun kıyameti kopmuştur.
Senin nefsin, sevgilindir. Sen, nefsine aşıksın.
Halbuki eğer onun, senin düşmanın ve katilin
olduğunu bilseydin, mutlaka kendisine karşı çıkar,
yemesine içmesine bile engel olur, ancak ihtiyaç
miktarı gıdasına izin verirdin. Esasen ihtiyaç
miktarı yiyecek, onun hakkıdır.
Nefsinle savaş. Hem de o, olumsuz ve kötü
duygularıyla birlikte ölünceye, yokoluncaya kadar.
Onunla savaşıp, kötü duygularıyla birlikte
kendisini öldürdükten sonra, tekrar dirilt. Bu sefer
o, fakih, âlim ve hakikat ihtirasına ermiş olarak
dirilecektir.

TEVEKKÜL VE DERECELERİ

 

Seni Allah’ın fazlından ve her işe, O’nun nimetini görerek başlamaktan ne alıkoydu?.. Ancak seni bu hale koyan, haliki bırakıp mahluka güvenmen olmuştur. Yaratanı unuttun; yaptığın kara güvendin, mevla seni nimetlerini görmekten mahrum etti.

Halk seni, Peygamberin çalıştığı gibi çalışıp helal yemekten alıkoyuyor. Sen bu halle kaldıkça, onlardan iyilik bekledikçe, kapılarına gidip ihsan ümit edip dilendikçe, müşrik sayılırsın. Allah-ü Taâla, seni bu halinden dolayı helal yemekten mahrum eder. Helal kazançtan, Hak’ka güvenerek çalışmaktan, seni geri koyar, azarlar.

Sonra… Hele bir zaman halkı bırak. Yaptığın büyük günahtan dön. Helal kazan, helal ye. Yaptığın işlere güvenme, Allah’ın fazlını gör. Allah’ın sana verdiği ihsanı unutma. O’nun ihsanını unutursan yine şirk yolunu tutmuş olursun. İlki kadar büyük olmaz, ama yine de şirktir. Bir gün büyür. Hafi iken, açık ve büyük şirk olur.

Bu haline de tövbe et, şirkin bu derecesini de kaldır. Kar ına, kesbine(*) güven, ama asıl kuvvet vereni gör. Bu işleri sana kolaylıkla yaptırana ve sebepleri yaratana bağlan, seni her hayra muvaffak eder. Çünkü her hayra O götürür, rızık O’nun elindedir.

Sen devam et, yani O’na güven, rıskını O’ndan bil; nasibini çeşitli yollardan sana gönderir. Bazen seni halka gönderir istetir ama bu senin için bir iptila, yada riyazet nevinden bir şey olur. Bu halde çok dikkatli olmak lazım gelir. Bazen de rıskını, sana bir mükafat olarak, vasıtaları göstermeden, onları hakiki sebep göstermeden gönderir. Sen de rahatça O’na dönersin. O’nun kudreti önünde tazimle eğilirsin. Bu kere perde kalkar O’nun fazlını görürsün. Mevla sana bir doktordan daha çok, mizacına uyanı fazlı ve ihsanı icabı verir. Bunları yapmakla seni kötü huylardan muhafaza eder. Başkasına meyil etmekten esirger. Nihayet sana verdiği güzel, büyük nimetlerle gönlünü alır.

Kalbinden cümle kötü istek, şehvet, matlup(**), mahbup(**) … her ne varsa çıktığı zaman ve sende, O’nun arzusundan başka bir şey kalmadığı vakit, vereceği nimeti çok rahat verir.

Senin için gönderdiği bir rızkı, mutlaka sen alacaksın, başkası el süremez… Çünkü rızkın, senden başkasına nasip değildir. Şehvetini teskin için sana bir ihsan yapar, ihtiyacını onunla giderirsin. Ve sen bunları sana göndereni bilir, anlarsın. Bunları sana nasip edenin Hak olduğunu anlar, şükür yolunu tutarsın… Dolayısıyla irfanın artar, ilmin çoğalır. Allah seni halkın külfetinden uzaklaştırır. Ruhunu masivadan temiz tutmağa seni muvaffak eder.

Sonra kalbin nurlanır, hakiki ilimleri anlamaya kabiliyetin artar. Gönül gözün açılır, kalbin nurlanır. Hakka yakınlığın ilerler, tam o alemin malı olursun.

O manevi, büyük ilmin sırlarını muhafaza edebilecek hale gelirsen, sana rızık ne zaman ve ne vakit gelecekse bilirsin. Bu hal sana Allah’ın fazlı, keremi olarak verilir. Şanını ta’zim(+) etmek için bu hale getirilirsin. Netice olarak, bunların hepsi sana Allah’ın bir ihsanıdır. Allah-ü Taala bak bu manada neler buyuruyor:

– “Biz onların içinden işlerimizin hakikatına eren imamlar yaptık, sabrettikleri takdirde buna ererler. Onlar bizim ayetlerimize inanırlar.”

– “Yolumuzda gerçekten çalışanlara yollarımızı açarız.”

– “Allah’a karşı ittika(++) sahibi olunuz ki size öğrete.

Bu hallere erdikten sonra tekvin sıfatı tecellisi gelir. Açık bir emirle o işi yapmağa başlarsı. Bu emirde hiçbir şüphe yoktur. Güneş gibi açık meydandadır. Bu emir sana verilir ki;her tatlıdan daha hoş ve her güzelden daha tatlı… Bu vazifeyi yapmak için, sana gelen ilhamda karşılık bulunmaz. Bu ilham nefsin kirlerini eritir. Allah-ü Taala, peygamberlerine gönderdiği bazı kitaplarda şöyle buyurmuştur:

– “Ey Adem oğlu, ben öyle bir Allah’ım ki, benden başka ilah yoktur; ancak ben varım. Ben her neye ol desem, olur. Bana itaat et ki, seni de benim gibi kılayım; bir iş için ol; diyesin ola..”

Bu haller hayret edilecek haller değildir. Bunu peygamberler çok yapmıştır. Velilerin de bir kısmında bunlara benzeyen haller zuhura gelmiştir. Bazan havas tabakasına da bu vergi, Hak tarafından bir ihsan olarak verilmiştir…

Gizli Şirk (Putperestlik)

El-Fethur-Rabbani

Ey oğul! Sen hiçbir şey üzerinde değilsin. Senin
müslümanlığın da sıhhatli değil. İslam, üzerine
bina kurulan temelin ta kendisidir. Senin şehadet
getirmen de tam olmamış, eksik. Zira dilinle Lâ
ilâhe illallah: “Allah’tan başka ilâh yoktur”
diyorsun, fakat kalbinle bunu yalanlıyorsun.
Kalbinde, içinde birçok ilâhlar var. Senin, devlet
büyüklerinden ve mahalli idarecilerden korkman,
içinde birer ilâhtır. Kendi çalışmana, kendi
kazancına, kendi gücüne kuvvetine, kendi kulağına,
kendi gözüne, kendi zorbalığına güvenmen, içinde
birer ilâhtır. Zararı, faydayı, bir nimete nail olmayı,
bir nimetten yoksun kalmayı insanlardan bilmen,
içinde birer ilâhtır. İnsanların çoğu, kalpleriyle, işte
bu saydıklarımıza güvenirler, dayanırlar. Fakat
kendilerine sorarsan, Allah’a dayanıp
güvendiklerini söylerler.
Lâ ilâhe: “Hiçbir ilâh yoktur,” dediğin zaman,
bununla toptan bir reddi (nefyi) onaylıyorsun.
İllallah: “ancak Allah vardır,” dediğin zaman ise,
yine Allah için toptan bir kabulü (ispatı) onaylamış
oluyorsun. Bu durumda, her ne zaman kalbin,
Hak’tan gayrı bir şeye dayanır, güvenirse; o zaman
yukarıdaki külli ispatında yalancı durumuna
düşmüş, yani kendi kendini yalanlamış oluyorsun.
Kendisine dayanıp güvendiğin o şey de, senin
ilâhın oluyor. Gerçek ve fiili durum budur. Zahire
itibar yoktur.
Kalbinde birçok ilâh varken, sen nasıl Lâ ilâhe
illallah: “Allah’tan başka ilâh yoktur,” diyebilirsin?
Allah’tan başka güvenip dayandığın her şey, senin
putundur. Kalbinde şirk, yani ortak koşma
bulunduğu müddetçe, dilinle Kelime-i Tevhid’i
söylemen sana fayda vermez. Kalp pis oldukça,
bedenin temiz olması sana yarar sağlamaz.
Tevhid ehli, şeytanını ezer. Şirk ehlini ise
şeytanları ezer. İhlas, sözlerin de, amel ve fiillerin
de özüdür. Zira gerek sözler, gerekse fiil ve ameller
ihlastan, içtenlikten yoksun bulundukları an, özü
olmayan birer kabuk, birer posa haline gelirler.
Kabuk ve posa ise ancak ateşte yanmaya yarar;
ateşte yandıktan sonra iş görecek hale gelir.
Ey ahali! Nefsleriniz uluhiyet (ilâh olma)
iddiasında. Fakat sizin bundan haberiniz yok. Zira
nefsleriniz, Hakk’a karşı büyükleniyorlar,
kibirleniyorlar. Onlar, Allah’ın muradının gayrını
istiyorlar. Onlar Allah’ı sevmiyorlar, bilakis, O’nun
düşmanı lanetlik şeytanı seviyorlar. Allah’ın ezelde
takdir ettiği kaderleri gelmeye ve vuku bulmaya
başladığı zaman, olanlara boyun eğmiyorlar, teslim
olmuyorlar, sabredip tahammül göstermiyorlar.
Bilakis itiraz ediyorlar, kaderle çekişiyorlar.
İslam’ın hakikatinden onların haberi bile yok.
Senin kendisine güvenip ümit bağladığın her şey,
senin ilâhındır, mabudundur. Kendisinden
korktuğun veya kendisine ümit bağladığın her şey,
senin ilâhındır, mabudundur. Esas sebep olan
Allah’ı tamamen unutarak, zararın da, faydanın da
kendisinden geldiğini kabul ettiğin her şey, senin
ilâhındır, mabudundur. Fakat kısa bir süre sonra
görürsün sen. Allah, kendisini bırakıp da
güvendiğin ve bağlandığın ne varsa hepsini alır.
Şu hususu iyi bil ki, bütün eşya, sadece Allah’ın
hareket ettirmesiyle hareket eder, durdurmasıyla
durur. O’nun iradesi ve kuvveti olmadan, ne duran
bir şey harekete geçebilir, ne de hareket etmekte
olan bir şey durabilir. Kişi bu hususu böylece bilip
kabul eltiği zaman, artık insanları ve diğer
varlıkları Allah’a ortak tanıma yükünden ve
suçundan kurtulur. Allah’a şirk koşmaz.
Melekler içinde resim, suret bulunan eve
girmezlerse, içinde bir sürü suretlerle putlar
bulunan senin kalbine Allah nasıl girer? Allah’tan
gayrı her şey bir puttur. Öyleyse sen, putları kır.
Evi temizle.
Ey dünyaya kulluk edenler! Ey ahirete kulluk
edenler! Siz, Allah’ı da, dünyayı da, ahireti de
bilmiyorsunuz. Kiminizin putu dünya. Kiminizinki
ahiret. Kiminizinki insanlar. Kiminizinki zevkler,
nefsani arzular. Kiminizinki övülme, halktan tasvip
görme, alkış toplama.
Allah dışında her şey, bir puttur. Kişi Allah’tan
gayrı neye bağlandı ve neye gönül verdiyse, o onun
putudur.
Senin bütün umudun insanlar. Her şeyi onlardan
bekliyor, onlardan umuyorsun. Korkun da
onlardan. Hep onlardan korkuyorsun. Bu hal,
Rabbine şirk koşmaktır, ortak tanımaktır.
Bu zaman, ahir zamandır. Bu zamanda çoğu
insanların mabudu, paradan ibarettir. Bu zaman
insanlarının çoğu, Musa Aleyhisselam’ın kavmine
benzedi. Yahudilere benzedi. Onlar, altın buzağıyı
kendilerine mabud edinmişlerdi. Bu zamanın
insanının altın buzağısı da paradır. Parayı kendine
mabud edinmişsin, Rab edinmişsin. Paraya
tapıyorsun. Senin Allah’ın para.
Hükümdarlar, devlet büyükleri ve ikbal sahipleri,
halktan birçoğunun nazarında birer ilâhtır. Dünyevî
imkânlar, zenginlikler, sıhhat, afiyet, kuvvet ve
kudret, birçok insanların nazarında birer ilâhtır.
İnsanların birçoğu, bunlara ve benzeri şeylere
taparlar…
Dünya zorbalarına, zenginlerine, firavunlarına ve
hükümdarlarına saygı gösterip Allah’ı unuttuğun
ve O’na saygı göstermediğin takdirde, senin
hakkındaki hüküm de, putlara tapanlar hakkındaki
hüküm gibidir. Sen de putuna saygı gösterenlerden
olursun. Putlara kulluk etme, onları yaratana kulluk
et. İşte o zaman, putlar sana boyun eğecektir.
Sen, namazda iken bile yalan söylüyorsun. Mesela
namaza dururken ve gene namaz sırasında, “Allahu
Ekber” (Allah her şeyden büyüktür) diyorsun.
Böylece yalan söylemiş oluyorsun. Çünkü senin
kalbinde, Allah’tan başka bir ilâh vardır. Kendisine
güvenip bağlandığın her şey, senin ilâhındır,
mabudundur. Kendisinden korktuğun ve kendisine
ümit beslediğin her şey, senin ilâhındır, taptığındır.
Kendisinde Allah’tan başka bir şey bulunduğu
müddetçe, senin kalbin için kurtuluş yoktur. Eğer
sen, taşlar üzerinde Allah’a bin yıl secde etsen,
değil mi ki kalbinle O’ndan başkasına
yöneliyorsun, sana bu secdeler hiçbir fayda
vermez. Mevlâsından başkasını sever oldukça, o
kalp için iyi bir akibet yoktur. Allah’tan başka her
şeyi kalbinden yoketmedikçe, saadete eremez,
bahtiyar olamazsın.

Kur’an Yaratık Değildir

El-Fethur-Rabbani

Ey ahali! Allah’ın kitabına hürmet ediniz. Onunla
edepleniniz, onunla ahlâklanınız. O, Allah ile sizin
aranızda yegane vuslattır. Allah ile sizi birbirinize
bağlayan yegane bağdır.
Kur’an’ı mahlûk, yani sonradan varedilmiş bir şey
saymayınız. O, sonradan yaratılmış herhangi bir
varlık değildir. Bilakis, Allah’ın ezelî, ebedî
kelâmıdır. İzzet ve Celâl sahibi Allah, Kur’an için,
“Bu benim kelâmımdır,” deyip dururken, siz,
“Hayır, o senin kelâmın değildir,” demeyin. İmam
Şafii ile İmam Ahmed (b. Hanbel) şöyle derlerdi:
“Kalem mahlûktur, sonradan varolmuştur. Fakat
kalemin mushaflara yazdığı, mahlûk değildir.
Kur’an’ı ezberleyen kalp, zihin, mahlûktur,
sonradan varolmuştur. Fakat ezberlenen şey,
mahlûk değildir.”

Allah Gizliyi de, Âşikârı da Bilendir

Allah c.c

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Allah gaybı da şehâdeti de bilendir. O, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok yüce ve münezzehtir.” (Mü’minûn, 92)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Bu ümmete şirk, karıncanın kaya üzerindeki kıpırdayışından daha gizlidir.” (Terğib, I, 40)

Rivayet edilir ki bir kimse Efendimiz’e: “Yarın (kıyamet günü) kurtuluş hangi şeyle olur?” diye sordu. Efendimiz (sav): “Allah’ı aldatmamanla.” buyurdu.

Adam: “Biz Allah’ı nasıl aldatabiliriz ki?” dedi.

Efendimiz (sav): “Allah’ın sana emrettiğini yapman ve onunla Allah’ın rızâsından başkasını murad etmendir” buyurdu. (Kurtubî, I, 19)

Bu konuda esas olan tevhiddir. Çünkü büyük ve âşikâr olan şirkten tevhîd ile kurtulunduğu gibi küçük şirkten de tevhid ile kurtulunur. Şu halde tevhidle meşgul olmak, sıddîklardan îman ve tevhid ehlinin derecelerine ulaşmak için gücü yettiği kadar çalışmak lâzımdır. (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l-Beyân 13. Cilt, Erkam Yay.)

Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Hamîd: Bütün isim ve sıfatlarıyla övgüye, hamde tek lâyık olan, yaptıklarında, söylediklerinde, dininde ve takdirinde hamdolunan, bütün varlığın diliyle övülen ve ancak kendisine şükredilen demektir.

Cenâb-ı Hak’tan bizi kendisinin dışındaki şeylerden kesilenlerden; Allah ile, Allah için ve Allah uğrunda amel edenlerden kılmasını niyaz ederiz.