HAYIR VE ŞER, İKİ MEYVEDİR

 

HADİS-İ ŞERİFİ ÜZERİNE
Hayrı ve şerri iki cins meyve gör. Bunların kökü, bittiği yer aynı… Aynı ağacın iki ayrı dalında yetişirler. Fakat biri tatlı, biri acı… Bir dalda beldeler, iklimler, küreler bulunur. İşte bu dal da meyve yüklüdür. Ve bu meyve acıdır. Bundan uzaklaş, her şeyi ile ondan uzak ol…

Tatlı ağaca yanaş. Onun yetiştiricisi ve hâdimi(*) ol…

Bu dalları ve meyvelerini iyi tanı. Her ikisini iyi bil. Fakat, sabret ve onun yetişmesini bekle… Ve kuvvetli ol.

Sakın ve çok çekin!.. Acı ve tatsız meyveli dala yanaşma. Ondan yediğin an helak olursun, onun acısı seni helak eder.

Daima dikkatli, ölçülü olmalısın. Elinde ölçü olarak Allah’ın Peygamber’inin (S:A) emri olmalı. Bu ölçüler elinde olmadan meyveleri ayırt etmek senin için kolay olmaz. Yoluna böyle devam ettikçe, rahat, huzur ve emniyet içinde olursun.

Şunu iyi bil ki bütün bu kötülükler, o acı meyveden doğar. Onu terkettiğin an felaket ve beladan uzak kalırsın.

Her iki meyveyi de önüne koy ve bak. Şekilleri aynı, tatları ayrıdır. Çok kere bilmeden veya ölçüsüzlük yüzünden bir uçuruma düşersin. Ona el atar, hata edersin. Ve onu bu hatanın mükafatı (!) yersin.

Belki bir an için sana lezzet verir. Şehevi arzularını tahrik eder, hoşlanırsın. Fakat yapacağı felaketi takdir edemezsin, dimağını boza. Manevi teneffüs cihazını berbat eder. Bütün acılığı damarlarına yayılır. Vücudun bütün parçalarını kaplar. Sonra yapacağı felaketler saymakla bitmez ki… Bu durumda belki bir an kendine gelir, ağzındaki acıyı gidermek için su alırsın, ama çaresiz… Hiçbir fayda vermez. Çünkü o zehir vücuduna yayılmıştır…

Eğer ölçüleri iyi kullanıp tatlı meyvayı yeseydin, durum böyle olmazdı. Her halinde iyilik görünür ve bütün varlığın hoşlukta toplanırdı…

Hal malum… İkinci bir iş yapman lazım.Bu muhakkak bilinmelidir ki, ilinci sefer el atacağın acı meyva olmamalı. Eğer bir daha düşersen kalkman zor olur. Az önce anlattıklarım, birer birer felaket halinde başına çöker, kurtulamazsın.

İyilik timsali olan ağaçtan ve meyveden uzaklaşma. Onu bilmemezlikten gelme. Her yerde onu ara ve onunla olmaya bak. Ve daima onunla olmağa alış,hak ölçüleri elden bırakmamağa çabala…

(*) Hâdim: Hizmet edeni

Bir daha hatırlatmak lazım gelirse <hayır ve=”” şer=”” ilâhî=”” birer=”” fiildir.=””> Bunların faili , ilâhi kudret ve yürüten o kuvvettir. Asıl ki Allah-ü Taâla:

– “Allah, sizi ve yaptığınız işleri halk etti.”

Buyurur, Peygamber (S.A.) efendimiz de bu manaya işaret ederek şöyle buyurur:

Kulların yaptıkları iş, bizzat ilâhî kudretin eseridir. Yapılan işin ne olacağını Allah haber veriyor:

İşte bu durum, hâlikle mahlûK arasındaki farkı gösterir. Allah yaratır, kul iradesini kullanarak kesbeder.(*)

Cennet, Allah’ın sevdiği kullarına bir ihsanıdır, fazlıdır. Oraya bu ihsan ve fazılla girilir. Ayrıca dereceleri, dünyade yapılan iyi amellerle verilir.

Peygamber Efendimiz, bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

– < Hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz.>

Buna karşılık sahabe:

Diye sorunca, cevaben:

– <evet, ben=”” de;=”” ne=”” var=”” ki=”” allah=”” beni=”” rahmetine=”” garketmiştir.=””>

Buyurdu ve elini başı üzerine koydu. Bu Hadis-i Şerifi Hz. Aişe R.A rivayet etmiştir.

Sen, ilâhi emre uyduğun, kötü yollardan korktuğun müddet korkma, en doğrulukla Hakka teslim ol, şerden korunursun. Hayır ve fazilet seni bulur. Din ve dünya yönünden ilâhi bir muhafaza içinde olursun.

Dünyadaki kâlin şu ilâhi sözle anlatılır:

– “Böylece ondan kötülükleri geri çevirdik; çünkü o, bizim ihlas sahibi kullarımızdandı.

Dini bakımdan mahfuz olmak, yina şu ilâhi kelamla anlatılıyor:

– “Siz, Allah’a iman eder, ona şükredersiniz, neden size azap etsin? Allah şükredenleri, iman edenleri bilir.”

Şükreden bir müminin yanında bela ne arar. Çünkü afiyet ona beladan daha yakındır. O insan, her an iyilik görür ve iyiliği artar. Allah-ü Taâla şöyle buyuruyor:

– “Eğer şükrederseniz rahatınız artar.”

(*) Kesb: Çalışıp kazanmak.

İman nuru büyüktür; bu nur kıyamet günü cehennem ateşini söndürür. Dünya belası cehennem ateşi yanında hiçtir. O azim azap ateşini söndüren iman nuru dünya belasını nasıl yenmez. Kuvvetli bir iman sahibine bela yanaşmaz. Şu var ki; o belalı insan ilâhi cezbeye kapılan büyük bir veli ola… Elbette o aziz kulun başından bela eksik olmaz. Çünkü bu hal, onu dünyada kötülüklerden saklar.

Birçok bela çeşitleri vardır. İnsanın dünyevi sefahattan korunması için paradan yana nasipsiz olur. Şehevi arzuların ölmesi için, bazı zahirde nimet gibi görünen şeylerden mahrum olur. Halkın, sahte teveccühünden azad olması için, sevgilerini kazanamaz; çeşitli isimler takar, ondan hoşlanmazlar.

Bu hal dışında bir felaket gibi görülür; fakat değildir. O bilir ki; her önüne gelen insanla sohbet, onların sahte sevgisini kazanmak, onlarla geceli gündüzlü oturup bir manevi zarardır.

Manen yükselmeğe namzed olan büyük insanlar, sayılan belalara duçardır; fakat onlar için bu bela değil bir rahmettir.

Bu, zahirde bir bela gibi görünen ilahi rahmet sayesinde kalb temiz olur. Hak’kın tevhidinden başka bir şey kalmaz. Kalb, yalnız marifet-i İlâhiyenin yeri, ilâhi ilim ve feyzin kaynağıdır. Nura kavuşmak, Hakka ermek ve O’na kurbiyetin yolu oradan geçer.

Bu kalb tek şey için yaratılmıştır; ikincisi sığmaz. Âyet;

– “Allah, iki kalbe sahip bir kişi yaratmamıştır.”

Bir kalbde iki sevgi yaşayamaz.

– “Padişahlar bir beldeye girince orayı darmadağın ederler. Eşrafını zelil ederler.”

İşte bu sebeptendir ki; İlâhi sevginin girdiği yerde başkalarının işi kalmaz. Başkasının sözü geçtiği yerde ise ilâhi feyz olmaz. Kalbinden kötülükleri at; göreceksin ki, ilâhi feyz her yanını sarmış…

Kalbindeki sevgi, şeytan, nefis ve şahsi arzular olunca olunca senden iyi hareket çıkmaz. Her hareketin isyan, boş ve lüzumsuz şeyler olur. Çünkü senin efendin şeytan olmuştur. Ama kalbinde İlâhi sevgi yer tutunca o zaman göreceksin ki, her kötülük kendiliğinden yok oluyor. Zaten kalb yalnız ilâhi tevhid ve ilâhi marifet için yaratılmıştır, daha sonra bir şey eklemek icap ederse; Kalb, içinde Allah sevgisi yaşadıkça kalb’dir… İlâhi feyzin süre insan için faydalıdır.

İşte anlatılanlar ve hadiseler gösteriyor ki, ilâhi rahmete erişmek için her maddi varlıktan ve sevgiden kalbi temiz tutmak gerek. Bu temizlik kolay olmaz; bir çok belalar ve felaketler insanı sarar.

Her hangi bir felaket karşısında insan, azmini kaybetmeyecek. Çünkü o bir nevi nimettir. İyi düşünülürse, belanın en büyüğü Peygamberlere ve onların yakınlarına, daha sonra sırasıyla olmuştur. Bu durumu Peygamber S.A Efendimiz şöyle haber verir:

– “Biz Peygamberler zümresi, diğer insanlara nazaran belanınen büyüğünü yüklenmişiz. Daha sonra sırası ile….”

– “Allah’ı en çok ben bilirim ve O’ndan ençok korkarım.”

İkinci Hadis-i Şerif’de, büyük bir manaya işaret vardır. Sultana yakınlık hasıl olunca, o nisbette korku ve çekinme çoğalır. Sebebi: Padişahın gözü önündedir, hiçbir hareketi onun gözünden kaçmaz. En küçük hatası dahi görülür ve ona göre ceza çeker.

Burada şöyle bir soru akla gelir:

– “İnsanlar Allah’a göre tek şahıs hükmündedir. Hiçbir hareket ondan gizli değildir. O halde: “ Padişaha yakın olana ayrı ceza verilir şeklindeki cümlenin manası nedir?”

Biz buna cevap olarak deriz ki:

– “Derece yükseldikçe, rütbe büyüdükçe hatalar gözle görülür; çünkü insan hata işlemeğe daima meyyaldir. Bu halde, verilmiş olan nimetlerin en ufağını dahi azımsayan, büyük hatalı sayılır. Daima şükretmek her kula vazifedir ama, o seçilmiş kul için en büyük vazifedir. Bu arada şunu da söylemek caizdir: Bir veli ve bir Allah dostu için, azıcık ibadetten yaya kalma büyük bir hatadır; kullukta noksandır. Allah-ü Taâla bu durumu şöyle anlatır:

– “Ey peygamberlerin hanımları sizden her hanginiz bir hata yaparsa, diğer hanımlara nazaran cezası iki misli olur.”

İşte görülüyor ki, derece farkı mevcuttur. Bu sebepten Allah-ü Taâla peygamberin zevceleri ile diğerlerini ayırıyor. Hal böyle olunca, Allah’ın rahmet ve feyzine vasıl olanların ayrı durumunu takdir kolay olur:

Allah-ü Taâla bütün benzerliklerden beridir. Halktan O’na bir şey benzemez. İşiten ve gören O’dur. Doğru yola Allah hidayet eder.

Son Perde

son perde Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“(Resûlüm!) de ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına tapmayalım. O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman: Şahit olun ki biz müslümanlarız! deyiniz.” (Âl-i İmrân, 64)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Bir kimse son nefeste (hâlis bir kalb ile) kelime-i tevhid getirirse, cennete girer…” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 20; Hâkim, Müstedrek, I, 503)

İnsan hayatının son perdesi, gözlerin fânî dünyaya kapandığı andır. Bu son anda mü’min olarak gözlerini kapatan insanlar, bahtiyar kimselerdir. Dünyaya niye geldiğinin farkına varmış, bu dünyadan nasibini almış ve ebedî saadet yurdu olan cennetin giriş biletini almış kimselerdir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:

“Bir kimse son nefeste (hâlis bir kalb ile) kelime-i tevhid getirirse, cennete girer…” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 20; Hâkim, Müstedrek, I, 503)

Îmana giriş kapısı olan “Kelime-i Tevhid”in değeri üzerinde bir başka hadis-i şerif şöyle buyurur:

“Lâ ilâhe illâllâh!, Allah katındaki yeri ve değeri pek büyük olan bir kelimedir. Kim tam bir ihlâs ve sadâkat içinde onu söylerse, Allâh onu cennete koyar. Kim de onu inanmadığı hâlde sadece diliyle söylerse, canı ve malı korunur; lâkin yarın Allâh’a kavuşunca, Allâh da onun hesâbını görür.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I, 26)

Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Câmi’: Bütün iyilik ve güzellikleri, erdem ve övgüleri zatında toplayan, evrendeki tüm varlıkları, tam bir âhenkle toplayıp düzenleyen, tabiatları zıt olan birçok unsuru birleştiren, insanları birbirlerine sevdirip kalpleri ısındıran, mahlûkatı hesaba çekmek ve insanlara, kazandıklarının karşılığını vermek için, kıyamet gününde bir araya toplayan demektir.

Rabbimiz, bizi, tevhid dâvetine teslim olmuş, mü’min ve muvahhid kimselerden eylesin. Îman gölgesinde ve îman çerçevesinde bir hayat yaşayıp rûhumuzu yine mü’minler olarak teslim eden seçtiği, sevdiği sâlih kullar arasına bizleri de dâhil eylesin. Âmin

Bir resim, bir söz

selamunaleyküm

Plakalar bile selamlaşıyorlar :))

-“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı-yayınız!”

(Müslim,İman93-94)

 

Hey Mübarek Adam!

gül

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey insanlar! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; Allah’tan başka size gökten ve yerden rızık verecek bir yaratıcı var mı? O’ndan başka tanrı yoktur. Nasıl oluyor da (tevhidden küfre) çevriliyorsunuz!” (Fâtır, 3)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Allah’tan başka ilah yoktur! O birdir, tekdir! Ortağı yoktur, mülk ve hamd O’nundur. O her şeye kâdirdir. Allahım! Senin verdiğini kimse engelleyemez. Senin engellediğini kimse veremez. Allahım! Senin lûtfun, kudretin olmadan hiçbir güç sahibine gücü fayda vermez.” (Buhârî, Ezan, 155; Müslim, Mesâcid, 137)

Rivayete göre Şeyh Ebû Ya’kub el Basrî der ki;

Bir keresinde harem-i şerifte on gün kadar aç kaldım. İyice zayıf düştüm. Dışarıya, vâdiye çıkayım; belki açlık ve zafiyetimi giderecek bir şeyler bulurum, diye düşündüm. Haremden dışarı çıktım. Dışarıda bir köşeye atılmış bir şalgam buldum ve onu aldım. Bir de öteden bir adam gelip önüme oturdu. Yere bir nevâle ve azık çantası koydu ve bana:

“Bu senin olsun” dedi.

Ben ona:

“Nasıl benim olacak? Ne oluyor?” dedim.

Adam dedi ki:

“Biz bir grup arkadaş on gündür denizde yolculuk yapıyorduk. Gemimiz batma tehlikesi geçirdi. Bizden her bir arkadaş şayet Allah Teâlâ gemimiz batmadan bizi bu fırtınalı yolculuktan sağ salim kurtarırsa bir miktar sadaka vermeyi adadı. Ben de şayet Allah beni sağ salim kurtarırsa harem civarında karşıma ilk çıkan kimseye bu nevâle ve azık torbasını sadaka olarak vermeyi adadım. İşte karşıma ilk çıkan da sen oldun” dedi.

Ben adama “torbayı aç dedim” adam torbayı açtı. Torbada güzel pişkin kek, badem ve bir miktar şeker vardı. Ben “bu nevâlenin hepsinden biraz aldım ve geri kalanını benim hediyem olarak çocuklarına götür; ben senin ikramını kabul ettim” dedim. Sonra kendi kendime “Hey mübarek adam! Senin rızkın on gündür sana geliyor; sen onu vâdide arıyorsun” dedim. (Rûhul’l-Beyan, 16. Cilt, Sayfa: 145, Erkam Yay.)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Muhsî: Sonsuz ilmi ile her şeyi kuşatan ve mülkündeki her şeyin sayısını bilen, her yapılanı bir bir sayan demektir.

Günün Duası

Allahım! Bize hayır kapıları aç! Akıl sahiplerini rızıklandırdığın gibi rızıklarla bizi rızıklandır. Zira sen bütün kapıları açansın.

Onk.Dr. Haluk Nurbaki’nin yorumuyla Hz. Mevlana ve Hz. Şems – 11

şemsKendindeki Allah’ın sırrı (Sakın, Allah bir insana geldi, oturuyor gibi, bir saplantılara gitmemek lazım. Gönülde bir Allah makamı vardır insanın, oraya bir İlâhî tecellî olur, ama bir gram olur ama trilyonlarca ton olur, her insanın kendi kâbiliyeti nisbetinde Cenâb-ı Hakk’a karşı olan yakınlığını tesbit eden bir hikmettir ki, bu ancak mânâ eğitiminden sonra, gönüldeki ilâhî tecellî, kapılanmanın açılmasından sonra meydana gelebilen bir hâdisedir. Yani böyle yarım yamalak eğitimlerle, bilgilerle, olacak bir hâdise değildir. Nitekim “MEN AREFE NEFSEHÛ FAKAT AREFE RABBEHÛ” hadis-i şerifinde Fahri Kainat Efendimiz şöyle buyurmuştur: Kim ki nefsine ârif oldu bildi, Allah’ı bilmiş ârif olmuştur” ) meydana geldikten sonra, bunu bulması lâzım Mevlâna’nın. AMA ŞEMS KALIRSA BULAMAZ. KENDİNE DÖNÜP, KENDİ GÖNLÜNDEKİ İLÂHÎ CERYANI BULAMAZ. ONUN İÇİN, HZ ŞEMS’İN MUTLAKA AYRILMASI LÂZIMDI…

Hz Şems,çok zarif bir cümle sarfetmiştir bir başka âlemden. Âlemin bir başka sayfasına çekmek isterim sizi, Hz Mevlâna ile mânâda buluştukları zaman, (hangi anda?.., her ikisi de dünyasını değiştirdikten sonra mı, yoksa Şems gaybubetindeyken mi geldi de konuştumu diye tasavvur edelim) ” BU GÖNÜL SENİ O KADAR SEVİYOR Kİ CELÂLEDDİN, SENİN UĞRUNDA ÖLMEDEN HUZUR BULMADI” Onun için Hz Mevlâna, mânâ âleminden telsizle aldığı bu cümlesinden sonra, Hz Şems’den bahsederken “AŞK ŞEHİDİ” diye bahseder. Yine ilâve ederek “AŞK ŞEHİDİ’NİN KANI TAZEDİR, KURUMAZ VE KOKUSUNU KAYBETMEZ” diyor…

Hz Şems’in gaybubetindeki iki esrarın, bir tanesi, Hz Mevlâna’nın kendi kendini bulma eğitimi, (üçüncü safhası) Mevlâna’nın üçüncü perdesini sağlamak için, kendi kendinde İlâhî sırrı bulmasıdır. İkincisi de Aşk Şehidi dediğimiz hâdiseyi bir anlamda repertuara kazandırmak için kabul etmiştir bu gaybubeti.

– Hz Şems’in gaybubetinden sonraki, o İLK FIRTINALAR Hz Şems’in bedenini aramak, kanının hesabını sormak gibi fırtınalar geçtikten sonra, Hz Mevlâna’da müthiş bir yangın oldu. Bu yangın, her hücresinde seyrettiği, izlediği bir yangındı. Hiçbir şeyi düşünememek, hiç kimseyle konuşamamak gibi dertleşmek şöyle dursun, ifade edememek, bakamamak… Baktığı zaman Şems’le bakmaya alışmış, O’nunla baktığı zaman başka şey görüyor, Şems’siz baktığı zaman herşey bomboş… Bir sahne düşünün, o sahnede insanlar vardı… birden bire ışıklar söndü âdeta kartondan silüetler kaldı…

Evet… Hiçbir şey kalmadı, Mevlâna eridi… gidiyor, herkesin gözünün önünde… Başta Sultan Veled olmak üzere, gerçekten çok seven yakînleri vardı yanında. Bunlar perişan oldular. Gözlerinin önünde mum gibi eriyip sönüyordu. Ayne böyle idi Mevlâna’nın o safhası. Her gün bir adım, her gün bir adım daha eriyordu… Beden bitmek üzere idi. Böyle bir bitkinliğe doğru giden bir çöküş… Rengi bembeyazdı… Öyle sarı filân değil. Yemek yok, içmek yok… Bir an için Sultan Veled Hazretlerinin “Baba sünnete riayet etmeyecek misin?” yani (tirit yemeyecek misin ? anlamındaki ikazından sonra) haftada bir gün tirit yemeğe başladı Mevlâna…

Şimdi buradaki bu iniş, çöküş ve yokluğa doğru gidiş, madde gözüyle görülürse, (Hani mum gibi eridi, bir insan için, bir ağır hasta için kıyas olmaz ama iyi anlaşılması için söylüyorum) nasıl böyle çöker denir ya… Biran için ölümün eşiğine gelecek gibi olur ya… İşte öyle eridi. Peki niye bu kadar eridi?.. Ne oldu?.. BİR SIFIR NOKTASINDAN GEÇMESİ LÂZIM Kİ, GÖNLÜNDEKİ İLÂHÎ AŞKI BULABİLSİN. İŞTE O SIFIR NOKTASINA ÇEKİLİYORDU…

Gözyaşı Bir Kalp Amelidir

gözyaşıCenâb-ı Hak buyuruyor:

“İman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi? Müminler, daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasınlar. Onların üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katılaştı. Onların birçoğu yoldan çıkmış kimselerdir.” (Hadîd, 16)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Allah korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikçe cehenneme girmez.” (Tirmizî, Zühd 9.)

Rasûlullah (sav): “Başka bir gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde Allah Teala, yedi sınıf insanı arşın gölgesinde barındıracaktır.” buyurur ve “Tenhada Allah’ı anıp gözyaşı döken kişi.”yi onların arasında sayar. (Buhari, Ezan, 36)

Gözyaşı ve kalbi rabıta, amelin Rahman nezdindeki kıymetini katlandırıyor. Amelin içini dolduruyor belki de.

Çünkü;

Gözyaşı, duaları ve tevbeleri kalbe irtibatlandıran, kalbden kaynaklandırandır.

Dil ile kalb arasındaki irtibatın ürünüdür gözyaşı.

Çünkü;

Gözyaşı bir kalb amelidir.

Tevbe bir kalb amelidir.

Dua bir kalb amelidir.

Onun için,

Dualara gözyaşı eşlik etmelidir. Dergâh-ı İzzet’e sunulurken… (Ahmet Taşgetiren, Altınoluk Dergisi, 2012-Kasım, Sayfa 5)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Vâcid: Zengin olan, her muradına erişen, dilediğini, dilediği zaman bulabilen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyi vücuda getiren demektir.

Günün Nasihati

Ey Gözyaşı! Mademki, gözümün kapısından çıktın, gidiyorsun, bari sevgilinin kapısına git de, başını ONUN eşiğine koy!  Hz. Mevlana

Müslüman, gözyaşı ile yıkamalı evreni yeniden, insanın yüreğini İslam’ın rahmet aşısı ile aşılamalı. Rahman’dan ve Rahim’den bir aşı ile…
Bir mü’min emniyetttir, bir ailede ise o ailenin selameti için, toplumda çoğaldıkça o toplumun selameti için, Dünya’da fazla sayıda olmaları da dünya nizamı için selamettir. Çünkü; Gözyaşı merhametin, sevginin, duyarlılığın göstergesidir.

”Mü’min, kendisi için râzı olduğu şeyi, kardeşi için de (istemedikçe, ona da) râzî olmadıkça mü’min olmaz (îmânı kemâle ermez).”

Bu uyarıya maruz olan mü’min zulmün değil, adalet ve merhametin tarafında olacaktır. Gözü yaşarmayanın kalbinin katılaşmış olduğundan şüphe edilir. Kalp katılığı ise tüm kötülüklerin başıdır.

 

 

İnsanların Ayıplarını Araştırmayın

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin.” (Hucurât, 12)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû Dâvûd, Edeb 37)

Ukbe bin Âmir (ra)’ın kâtibi şöyle anlatır:

“Ukbe’ye:

“–Komşularımızdan bâzılarının içki içtiğini fark ettim, zâbıtayı çağırayım da onları yakalasın.” dedim. Bana:

“–Öyle yapma, onlara önce nasihat et ve îkazda bulun!” dedi.

Ben de dediği gibi yaptım, lâkin vazgeçmediler. Bunun üzerine Ukbe’ye:

“–Onlara nasihat ettim fakat bırakmadılar, zâbıtayı çağıracağım.” dedim.

Ukbe (ra):

“–Yazıklar olsun sana! Öyle yapma! Çünkü ben Rasûlullah (sav)’in;

“Kim bir mü’minin ayıp ve kusûrunu örterse, sanki diri diri toprağa gömülmüş bir kız çocuğunu kabrinden çıkararak kurtarmış, ihyâ etmiş gibi olur.” buyurduğunu işittim.” dedi.” (Ahmed, IV, 153)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Muğnî: Kullarından dilediğini zengin kılan demektir. “Has kullarını, istiğna kemâline erdiren.”

Günün Nasihati

Ayıp ve kusur araştırmak, milletin ahlâkını ifsad eder.

Mevlânâ Hazretleri, insanların kendilerindeki kusur ve eksikleri bırakıp başkaları hakkında ileri-geri konuşmaması gerektiğini ne güzel hikâye eder:  “Dört Hintli Müslüman bir mescide girdiler. Her biri niyet etti, tekbir getirdi. Kendi noksanlarının, hatalarının idrâki içinde, hulûs ile candan yakararak namaza başladılar. Rukûa vardılar, secde ettiler. Bu sırada mescidin müezzini geldi. Namaz kılan Hintlilerden biri, kendisinin namazda olduğunu unutarak;

«–Ey müezzin!» dedi «Ezanı okudun mu? Yoksa daha vakit var mı?»

Öbür Hintli de namaz içinde olduğu hâlde:

«–Sus be kardeşim; söz söyledin, namazın bozuldu.» diye söylendi.

Üçüncü Hintli, ikincisine:

«–Amca!» dedi. «Ona ne kusur buluyorsun? Sen de söz söyledin; sen kendine bak; öğüdü kendine ver!»

Dördüncüsü: «Allah’a hamdolsun ki, üçünüz gibi ben kuyuya düş­medim, yani ben konuşarak namazımı bozmadım.» dedi.

Böylece ne yazık ki, dördünün de namazı bozuldu. Şunun bunun ayıbını görüp söyleyenler, ayıbı olanlardan daha çok yol kaybederler, sapıklığa düşerler.

Kendi ayıbını gören can, ne mutlu bir candır. Bir kimse birinin ayıbını görse, onu kendi satın almış olur.

Çünkü insanın yarısı, yani nefsi ve maddî yönü, ayıplık ve kusur âlemi olan bu dünyadadır. Öbür yarısı, yani rûhânî ve mânevî yönü ise, gayb âlemindedir.

Mademki senin başında nefsânî huylardan ve hayvanî ahlâktan bir çok mânevî hastalıklar vardır, o hâlde merhemini önce kendi başına sürmen gerekir.

Kendi kusurlarını görmek, kendini ayıplamak, o ayıbın merhemi ve ilâcıdır. (Zira kişi noksanını bilmek gibi irfan olamaz.)

Bir mü’minde gördüğün kusur ve ayıp sende yok ise, emin olma, kendine güvenme! Olabilir ki, o ayıbı sen de işleyebilirsin; senden de o ayıp halka yayılır.”

Teheccüd Duası

kubbetül hadra

Hadis muhaddislerinden Tirmizi’den rivayet odur ki, Peygamber Efendimiz Gece Namazını kıldıktan sonra Allah’ı layık olduğu şekilde över ve sonuda da şöyle dua edermiş;

“Allah’ım! Senden öyle bir rahmet isterim ki, onunla kalbime hidayet edesin, işlerimi toplayasın, içimi ıslah edesin, dışımı yükseltesin, amelimi artırasın, bana doğruyu ilham edesin, alıştığım şeyi bana geri veresin ve beni her kötülükten koruyasın.
Allah’ım! Bana öyle bir iman ve öyle kesin bir inanç ver ki, arkasında inançsızlık kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla dünyanın ve ahiretin yüksek derecelerine nail olayım.
Allah’ım! Senden kaderin iyisini, şehitlerin ikramını, mutluların hayatını ve düşmana karşı yardımını isterim.
Allah’ım! İhtiyacımı sana arzederim; ister ki görüşüm kısa, amelim zayıf olsun. Senin rahmetine muhtacım.
Ey davaları hükme bağlayan, ey gönüllere şifa veren, denizdekileri kurtardığın gibi beni de cehennem azabından, ölümü istemekten ve kabir azabından koru.
Allah’ım! Görememiş, ona hayalim dahî yetişmemiş ne varsa, kullarından herhangi birine ettiğin hayır vaadi, veya verdiğin hayır varsa, işte senden onu diliyorum. Ey alemlerin rabbi, rahmetin hürmetine onu istiyorum!
Ey sağlam ipin ve doğru işin sahibi Allah’ım! Senden azap görmeden esenlik, ebedîlik gününde cennet istiyorum. Arkadaşlarım şehitler, rüku ve secde edenler, sözlerini yerine getirenler olsunlar. Sen merhametlisin. Kullarını seversin. Dediğini yaparsın.
Allah’ım! Bizi hidayete erenlerden, yollarını bulanlardan eyle. Sapanlardan, saptıranlardan eyleme. Dostlarına dost, düşmanlarına düşman eyle. Seni sevdiğimiz için seni sevenleri severiz. Sana karşı gelmekle düşman olanları biz de düşman biliriz.
Allah’ım! Duâ bizden, kabul sendendir. Çaba bizden, güven sendendir.
Allah’ım! Kabrime nur ver, kalbime nur ver, önüme nur ver, arkama nur ver, sağıma nur ver, soluma nur ver, üstüme nur ver, altıma nur ver, kulağıma nur ver, gözüme nur ver, saçıma nur ver, derime nur ver, etime nur ver, kanıma nur ver, kemiklerime nur ver.
Allah’ım! Nurumu artır, bana nur ver. İzzet şalına bürünen Allah’ım! Şanın yücedir. Şeref ve kerem libasını giyen Allah’ım! Şanın yücedir. Tesbih kendisinden başkasına yaraşmayan Allah’ı teşbih ederim. Lütuf ve kerem sahibi Allah’ı tesbih ederim. Celâl ve ikram sahibi Allah’ı tesbih ederim.”