Adâlet Mülkün Bekçisidir

 

 

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“…Eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet. Allah âdil olanları sever.” (Mâide, 42)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Her kim insanlarla muâmelede bulunur haksızlık etmez, onlarla konuşur yalan söylemez, onlara vaatte bulunur sözünden dönmezse işte o, insanlığı kemâle ermiş, âdaleti ortaya çıkmış ve kendisiyle kardeş olunması vâcip olmuş kişidir.” (Deylemî, Hadis No: 5546)

Anlatıldığına göre Rum imparatoru, Hz. Ömer (ra)’e hediye olarak cübbe ve bazı elbiseler gönderdi. Rum elçisi Medîne’ye gelince “Halîfe’nin makamı ve sarayı nerede?” diye sordu. Ona “Halîfe’nin, senin zannettiğin gibi büyük bir sarayı yok, sâdece küçük bir evi var.” dediler ve evi gösterdiler. Elçi eve geldiğinde küçük, basit ve eski olduğu için kapısı kararmış bir ev buldu. Hz. Ömer’i aradı, fakat bulamadı. Onun kendi ihtiyaçlarını ve Müslümanların ihtiyaçlarını görmek için, yâni kontrol maksadıyla çarşıya gittiği söylendi. Elçi onu aramak için gitti ve sonunda bir duvarın gölgesinde uyurken buldu. Dilediğin yerde uyuyorsun. Oysa bizim idârecilerimiz zulmettiler. Onun için kalelere ve askerlere muhtaçtırlar.” dedi. (İsmail Hakkı Bursevî, Rûhu’l Beyân, 4. Cilt, 100. Sayfa, Erkam Yay.)
 Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

eş-Şekûr: Kendi rızası için yapılan işleri daha ziyadesiyle karşılayan, az bir ibadetin karşılığında büyük mükâfatlar veren, kullarının ecrini kat kat artıran, demektir.

Din, mülkün temelidir. Adâlet, ise bekçisidir. Temeli olmayan bir mülk elbette yıkılır. Bekçisi olmayan bir mülk ise zâyi olur.

Kâinâtın Gözbebeği

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“(Ey Rasûlüm!) De ki: Eğer Allâh’ı seviyorsanız, bana itaat ediniz ki, Allâh da sizi sevsin ve günahlarınızı mağfiret buyursun!..” (Âl-i İmrân, 31)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Ümmetim içinde beni en çok sevenlerin bir kısmı benden sonra gelenler arasından çıkacaktır. Onlar beni görebilmek için mallarını ve âilelerini fedâ etmek isteyeceklerdir.” (Müslim, Cennet, 12)

Sahâbe-i kirâm hazarâtının Allâh Rasûlü (sav)’e duydukları dâsitânî aşk ve muhabbetin yanık tezâhürleri sayısızdır:

Enes bin Malik (ra) anlatıyor:
Rasûlullâh (sav) Efendimiz’e bir adam geldi ve:
“–Yâ Rasûlallâh! Kıyâmet ne zamandır?” dedi.
Efendimiz (sav):
“–Kıyamet için ne hazırladın?” diye sorunca o da:
“–Allâh ve Rasûlü’nün muhabbetini…” cevabını verdi.
Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (sav) Efendimiz:
“–Öyleyse sen sevdiğinle beraber olacaksın.” buyurdular.

Enes (ra) bu rivâyetin devâmında der ki:

“İslâm’a girmekten başka hiçbir şey bizi Allâh’ın Nebîsi’nin “Muhakkak sen sevdiğinle berabersin.” sözü kadar sevindirmemiştir. İşte ben de Allâh’ı, O’nun Rasûlünü, Ebû Bekr’i ve Ömer’i seviyorum ve her ne kadar onların yaptıkları amelleri yapamadıysam da onlarla beraber olmayı umuyorum.” (Müslim, Birr, 163)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Fettâh: İyilik kapılarını açan, mazlumlara yardım edip mü’min kullarını zafere ulaştıran, her müşküle çare bulan, maddi engelleri kaldıran, kuluna manevi kapıları açıp, yüreklerden tasaları, kederleri gideren demektir.

Rasûlullâh (sav), bütün kâinâtın gözbebeği, özü ve var oluş sebebidir. Hakk’ın yüce bir lutfudur. Kul ile Hak Teâlâ arasında bir vuslat rehberidir. O, anlatılabilen ve ifâdenin târiften âciz kaldığı ulvî hâlleriyle kulluk makâmında bedeni fânî oluncaya kadar bizlere Hakk’a kulluğun en yüce nümûnesi olmuştur. Kısaca O, âlemleri kuşatan bir rahmet ve aşktır.

 

Hezimet Değil Hizmet

hizmet nimettir

Allah rızası olmayan hizmetler ahirette bir fayda sağlamaz. Hizmetin özü ve temeli iman ve ihlastır. Hizmetin her türlüsünün yapılması ve korunması da ilâhi bir emirdir. Hizmetin ruhuna uygun tavır ise ‘ben’ değil, ‘biz’ anlayışıdır. Ancak bu şekilde kardeşlik hukuku gelişir ve fitnelerden sakınılmış olur.

Biliyoruz ki, işlerin başından çok sonu önemli. Bir işin başlangıcı güzel, sonu kötü olursa, o işe salih amel denmez. Allahu Tealâ, bazı kulların çok çalışıp didindiğini, fakat sonuçta yorgunluktan başka bir şey elde edemediğini bildiriyor (Gaşiye/3).

İman sahibi olmayanların dünyada yaptıkları bazı güzel işler, imansızlıklarından dolayı, ahirette fayda vermez. Müslümanların da Allah rızası için yapmadıkları işler ahirette fayda vermeyecektir.

Çünkü her iki grup da işlerinde Rabbimiz’in istediği özü ve edebi zayi etmiş, amelin hedefini değiştirmiştir. Amelin özü ve temeli, iman ve ihlâstır. Edebi ise dinin öğrettiği gibi başlayıp bitirmektir. Hedefi Allah’ın rızasıdır.

Allah rızası için yapılan ve kulluk kapsamına giren her şeye ibadet diyebiliriz. İbadet, maddi bütün hayır çeşitlerini içine alır. kılmak nasıl bir ibadet ise, fakirlerin ihtiyacını görmek, bir yetimi sevindirmek, anne-babayı ziyaret etmek, Allah’ın dinini insanlara duyurmak için gayret göstermek de bir ibadettir. Yolda insanlara eziyet veren bir taşı, bir engeli kaldırmak bile güzel niyetle ibadet olur.

Hizmet Bir İbadettir

Cenab-ı Hakk’ın rızası için yapılan iyiliklere hizmet denir. İyilik sadece insanlara değil, diğer canlı varlıklara da yapılabilir. alıp veren her canlı hizmette hedeftir. Susuz bir insana su vermek kadar, içi yanmış bir hayvanı sulamak da hizmettir. Bunun için tarihimizde, insanlara hizmet için kurulmuş vakıfların yanında, diğer canlıların ihtiyaçlarını görecek vakıflar da kurulmuştur.

Hizmetin her türlüsü, yapılması ve korunması istenen ilâhi bir emanettir. Bu emanet onu güzel koruyan ve hakkını verenler için bir rahmettir. Çünkü kul, Yüce Rabbi’nin emrettiği işleri yaparken, sırf Rabbi’nin rızası için başkasının ihtiyaçlarını giderirken öyle büyük bir ahlâkı temsil eder ki, Allahu Tealâ onunla meleklerine övünmektedir. Bu durumda, hak yolundaki küçük bir hizmet, büyük bir rahmetin sebebi oluyor demektir.

Hak yolunda hizmet edenler, Yüce Allah’ın himayesi altındadır. Hizmet içinde olanlar, hiç kesilmeyen bir rahmetin ve muhabbetin içinde yüzmektedir. Rahmet Peygamberi A.S.’ın şu müjdeleri hizmet aşıklarını coşturacak cinstendir:

“Kim bir müminin dünya sıkıntılarından birisini giderirse, Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim mümin kardeşinin ayıbına örterse, Allah da onun dünya ve ahiretteki ayıplarını örter. Bir kul din kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da onun yardımında olur.” (Ebu Davud, Tirmizî)

Bir de şu hadisi dinleyelim:

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için koşuşturmam, bana şu Mescid-i Nebi’de oturup bir ay itikâfa girmekten daha sevimlidir.” (Tebaranî, İbnu Ebi’d-Dünya, Elbani)

İşte bunun için arifler, “hizmet, nafile ibadetten daha hayırlıdır” kanaatine varmışlardır.

Hizmet, yapanlarına manevi bir tat ve zevk verir. Müminin, Allah için yapabileceği son hizmeti de Onun yolunda can vermektir. Bu şehitliktir. Şehitlik, bir anlamda canı verip cenneti satın almaktır.  Bu yolda canını ortaya koymaya hazır bir mümin, malını kenarda saklar mı hiç?

Sonuçlar Niyete Göre

Hizmet diyebileceğimiz bütün işler iki şekilde görülür. Bu tür işler, ya tek bir şahıs tarafından   yerine getirilir ya da bir grup insan arasında paylaşılır. Her iki durumda da dikkat edilecek noktalar vardır. Yoksa işin görünüşü hizmet, sonucu hezimet olur.

Hizmette ilk tehlike kalp kayması ve hedef sapmasıdır. Bu, niyetin bozulması, hizmetin bir takım dünyevi çıkarlara alet edilmesi ve hedefin kaybedilmesidir. Niyet ibadetin özü, ruhu ve temelidir. Özü kaybedilen, ruhu yitirilen, temeli yıkılan bir şeyden ne hayır beklenir?

A.S. Efendimiz, ümmeti için küfür ve  şirkten daha çok riyakârlıktan korkmuştur. Riyakâr, din ile dünya kazanmaya çalışan, kullar görsünler ve övsünler diye hayır peşinde koşan, Yüce Allah’ı unutup insanlardan gelecek menfaate bakan kimsedir.

Bir hadiste belirtildiği gibi, insanın Allah rızası için diğer insan ve canlılara feda edeceği temelde üç şeyi vardır: Malı, canı ve ilmi. Bunları harcarken, tek niyeti tarafından sevilmek, övülmek, şan ve şöhretle anılmak olan kimselere Allahu Tealâ kıyamet günü; “Sen, sana cömert desinler diye mal harcadın, büyük alim desinler ve hürmet göstersinler diye ilimle uğraştın, olarak ansınlar diye savaştın. Benim için ne yaptın?” diyecek ve bu kimselerin yüzüstü cehenneme atılmalarını emredecektir. (Müslim, Nesaî, Ahmed)

 Hizmette Nefsaniyet Tehlikelidir

Hizmet için bir diğer tehlike ise onu nefse mal etmek ve başarıyı kendinden bilmektir. Halbuki bütün iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağı Allahu Tealâ’dır. Her türlü başarı O’nun ikramıdır. Asıl güç, kuvvet ve kabiliyet insana ait değildir. Bunu bilen bir mümin, kendine emanet edilen imkanlara “benimdir, bendendir” demez, onlarla kibre düşmez. Onları vereni bilir, hayırlara vesile yapıldığı için sevinir, bir taraftan Allah’a hamd eder, öbür yandan da hizmetindeki kusurları için istiğfar eder.

Hizmette en büyük tehlike, başarıdan sonra gelir. Hayırlı işlerde bir başarı elde eden kimse, ve edebe sarılmalıdır. Nefsini o işin tek ehliyetlisi olarak görmemelidir. Aksine, “nefsim, bu işin daha güzel yapılması yolunda en büyük engeldir” diye düşünmelidir. “Bu hizmeti en iyi ben yaparım, bu iş bensiz olmaz” demek, Allahu Tealâ’ya karşı bir iftira, nimete karşı da bir ihanettir. Çünkü  kendisi olmadan hiç bir şeyin olmayacağı tek varlık sadece Allahu Tealâ’dır.

Hizmet edenler, ilk iyiliği kendilerine yaptıklarını bilmelidirler. Herkes kendisinin hizmetle ihya olduğunu, hizmetin bereketiyle ayakta durduğunu, yoksa kendi başına hiç bir işe yaramayacağını kabul etmelidir. Ayrıca, bütün zamanlarda ve mekânlarda devam eden bir hizmeti, tek bir şahsın eline mahkummuş gibi görmek, o hizmeti küçültmek ve öldürmektir.

Hizmette ben değil, biz anlayışı esastır. Hizmetin başarısının şahsa değil, cemaate ait olduğu unutulmamalıdır. Çünkü Allah yolunda hizmete koşan kimseleri yeryüzünde müminler, gökyüzünde melekler dua, istiğfar ve sevgileri ile desteklemektedir. Bunun için hayırlı işlerdeki başarı tek bir şahsın olarak görülmemeli. Birçok insanın hissesi olan bir şeye “benim” demek insafla bağdaşmaz.

Hizmetin en büyük düşmanı fitnedir. Fitne, Allah için bir araya gelmiş dostların arasını bozmak için şeytanın tutuşturduğu bir ateştir. Bu ateşin kaynağı genelde yalandır, çoğu kez de kötü zandır. Acele verilmiş kararlar, delilsiz hükümler, hissi hareketler, sinsi davranışlar, fitne ateşini alevlendirmek için birebirdir.

Hizmetler bir aynadır, herkes onlarda kendisini görür . Güzel tabiatlı insanlar kötü şeylerden bile iyi sonuçlar çıkarmasını bilirler. Fıtratı bozulmuş insanlar ise, hangi işe el atsalar, kendilerine benzetirler. Akıllı insan kendisine değil, ancak Yüce Rabbine güvenir. O, günahlarına ettiği gibi, hayırlarındaki kusurları için de istiğfara sarılır. Aslında haddini bilmek, kusurlarına ağlamak  gibi hizmet yoktur.

( Semerkand )

Allah ile söyleşmede gerçek lezzet vardır (Zunnûn-i Mısrî)

sufi

 

Sordular:

“Sûfi nasıl olur?”

Dedi:

“Cübbe ve seccadeyle, görenek ve adetle olmaz, yok olmakla olur.”

Dedi:

“Sûfi, gündüzün güneşe, geceleyin ay ve yıldıza ihtiyacı olmayandır. Sûfilik varlığa ihtiyacı olmayan yokluktur”. (s.79)

Sordular:

“Kişi kendisinin uyanıklığını nasıl bilir?”

Dedi:

“Allah’ı andığı zaman, baştan aşağı Allah’ın onu andığını duymakla…” (s.80)

Dedi:

“Dünyada ilim ve kulluk taslayan niceleri var. Fakat sana fayda, her gün akşama kadar halkın beğendiği ( hizmet ), her gece sabaha kadar da Hakk’ın beğendiği işte olmaktır.” (s.81)

Kaynak: Ebu’l-Hasan Harakani, Seyr ü Sülûk Risalesi,

İmanın Tadı

iman etmek

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“İnsanlardan öyleleri de var ki, Allâh’ın rızâsını kazanmak için kendini ve malını fedâ eder. Allâh da kullarına karşı şefkatlidir.” (Bakara, 207)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Allah’ı rab, İslâm’ı din, Muhammed’i peygamber olarak benimseyip onlardan râzı olan kimse imanın tadını tatmıştır” (Müslim, İmân 56)

İslâm düşmanları, Hz. Suheyb (ra)’ı da bayıltıncaya kadar döverlerdi. Bu işkenceler hicrete kadar devâm etti. Nihâyet Suheyb (ra), Peygamber Efendimiz’den sonra Medîne’ye hicret etmek maksadıyla yola çıktı. Mekkelilerden bâzıları arkasından yetişerek:

“–Sen buraya fakir ve zayıf bir kimse olarak geldin. Aramızda bol servete kavuştun! Sonunda kendinle birlikte servetini de alıp gitmek istiyorsun ha! Vallâhi buna müsâade etmeyiz!” dediler.

Suheyb hemen hayvanından yere indi. Sadağındaki okları çıkardı ve:

“–Ey Kureyş cemaati! İyi bilirsiniz ki, ben sizin en iyi ok atanlarınızdan biriyim. Vallâhi yanımda bulunan okların hepsini üzerinize atar, bitince de kılıcımı çekerim. Bunlardan birisi elimde bulundukça bana yaklaşamazsınız. Ancak onlar elimden çıktıktan sonra bana istediğinizi yapabilirsiniz. Şimdi, servetimin yerini haber verip onu size terk edersem yolumu açar, beni serbest bırakır mısınız?” dedi.

Müşrikler, teklifi kabûl ettiler. Bunun üzerine Suheyb (ra), servetinin yerini onlara bildirerek yoluna devâm etti. Rebîülevvel ayının ortalarında Kubâ’ya varıp Rasûlullâh’a kavuştu.

Allâh Rasûlü (sav) onu görünce tebessüm etti ve onun îmânı uğruna bütün servetini fedâ etmesini îmâ ederek:

“Suheyb kazandı! Suheyb kazandı! Ey Ebû Yahyâ! Satış kârlı oldu! Satış kârlı oldu!” buyurdu. (İbn-i Sa’d, III, 226-230; Hâkim, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn, Beyrut 1990, III, 450, 452)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Hakk: Varlığı ve ulûhiyeti kesin olan, inkârı mümkün olmayan, ezelî ve ebedî olan ve değişmeksizin var olan nihâî gerçek, kimseye muhtaç olmayan, sözü en doğru olan, eşyayı hikmetin gereğine göre icad eden demektir.

Günün Duası

Cenâb-ı Hak, cümlemizi îman neşvesinin kemâline eren ve ömrünü bu uğurda sarf edebilen kullarından eylesin!.. Âmîn!..

Günün Nasihati

İman sözlükte, “bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek, gönül huzuru ile benimsemek, karşısındakine gü­ven vermek, güvenlikte olmak, şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak” anlamlarına gelir.

Terim olarak ise, Hz. Peygamber’i, Allah Teâlâ’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.

Tevfik Fikret inanca ihtiyaç konusunu şu dizelerinde ifade etmiş;

“Bütün boşluk, zemin boş, asuman boş, kalbi vicdan boş.
Tutunmak isterim bir nokta yok pîş-i nigâhimda”

Mehmet Akif ise;

“İmansız olan paslı yürek sine de yüktür” demiştir.

İslam düşmanları her ne kadar “Din insanları uyutan bir afyondur” deseler de islamın ve imanın nurunu insanların sinelerinden söküp atmayı başaramamışlardır. Onların unuttukları Dinin sahibi Allah c.c ‘nun onu ilelebet koruyacağıydı.

“Onlar Allah’ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Halbuki kâfirler istemeseler de, Allah nûrunu tamamlayacaktır.” (Saf: 8)

“Dinini bütün dinlere üstün kılmak için Peygamber’ini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. İsterse müşrikler hoşlanmasınlar.” (Tevbe: 33)

İman için taklidî ve tahkikî iman şeklinde bir sınıflandırma yapılır. Birincisinde görgü ve telkine dayalı ve taklit esası üzere kurulmuş bir iman; ikincisinde ise, kendi nefsini ve kâinatı ilim ve hikmet nazarıyla tefekkür etmenin sonucu olarak kalpte hasıl olan ve hiçbir şüphe ve tereddüt eseri kalmayan, hiçbir desise, vesvese yahut bâtıl fikirle sarsılmayacak kadar kuvvetli bir iman söz konusudur. Böyle bir iman sahibi, Allah’ın “her şey üstündeki sikke-i kudretini, hâtem-rububiyetini ve nakş-ı kalemini” görür.

Allah’a tahkiki bir surette iman eden bir insan, kendi varlığını ve çevresindeki eşyayı ilâhî isimlerin tecellileri olarak görür. Onun için artık her mahluk bir tefekkür hazinesi, her nimet bir şükür davetçisidir.
Kalbi imanla nurlanan bu bahtiyar insanın bütün his dünyası da, Kur’ân ahlâkıyla nurlanır. Güzel ahlâkın her bir şubesinden ayrı bir nur alır, ayrı bir zevk duyar.

Allah c.c bizlere tahkiki iman nasip etsin.

Pîş-i =İlerleme, üstünlük, tefevvuk. Önünü gören, ileri görüşlü

Nigâh = f. Bakmak, nazar etmek. Bakış.

Tefekkür Allah’a Ulaştırır

tefekkür

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Onlar, Allâh’ın gökleri, yeri ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi, ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yarattığını, hiç kendi kendilerine tefekkür etmediler mi?..” (Rûm, 8)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Al­lâh’ın ya­rat­tık­la­rı üze­rin­de te­fek­kür edin…” (Dey­le­mî, II, 56; Hey­se­mî, I, 81)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Mukît: Mahlûkatın azığını temin eden, yaşamak için gıdaları yaratan, bedenlerin ve ruhların açlığını doyuran, onların gıdasını veren ve her şeyi koruyan demektir.

Günün Nasihati

Kâinat baştanbaşa Allâh’ın en büyük kitabıdır. Bu büyük kitabın hangi harfini okusan, mânâsının hep Allah olduğunu görürsün. Kâinâtın hangi zerresi üzerinde tefekkür etsen, seni Allâh’a ulaştırır.

Lokman (as) yalnız başına tenhâ bir yerde oturup tefekkür etmeyi çok sever ve bunu sık sık tekrarlardı. Kendisine:

“–Niçin yalnız oturuyorsun? İnsanlarla oturup sohbette bulunsan daha iyi olmaz mı?” diye sorulduğunda şu cevâbı verdi:

“–Uzun müddet yalnız kalmak, tefekküre daha müsâittir. Uzun süre tefekkürde bulunmak da, insanı Hakk’ın yoluna sevk eder.” (Osman Nûri Topbaş, Faziletler Medeniyeti-2, Erkam Yay.)

Allahü teâlânın mahluklarındaki güzellikleri, faideleri düşünmek, Ona inanmaya ve sevmeye sebep olur. Onun haber verdiği azabları düşünmek, Ondan korkmaya, kimseye kötülük yapmamaya sebep olur. Onun nimetlerine, ihsanlarına karşılık, nefsine uyarak günah işlediğini, gaflet içinde yaşadığını düşünmek, Allahtan hayâ etmeye, utanmaya sebep olur.

Hikmet Ehli buyuruyor ki

Tefekkür, insanı, Cennete giden yola ulaştırır. (Lokman Hakim)

Sözü zikir, sükutu fikir, bakışı ibret olanlar, bana benzemiş olur. (Hz. İsa)

Çok tefekkür, mutlaka insanı bilgili eder. Bilgili olan da amel eder. (Vehb bin Münebbih)

Tefekkür etmiyenin sükutu ve ibretle nazar etmiyenin bakışları hatadır. (Hasan-ı Basri)

İnsan, mütefekkir olursa, her şeyden bir ders, ibret alır. (Süfyan b. Uyeyne)

Tefekkür bir aynadır. İyilik ve kötülüğünü sana gösterir. (Fudayl bin Iyad)

Allahü teâlânın azametini düşünebilen insan, Ona asla isyan etmez. (Bişr-i Hafi)

Dünyalığı düşünmek, ahirete perdedir. Ahireti düşünmek ise, gafletten kurtarır ve hikmet konuşturur. (Ebu Süleyman Darani)

Tefekkür zekayı açar. (İmam-ı Şafiî)

Fırsat buldukça Allahü teâlânın yarattıklarını tefekkür etmelidir. Mesela eline bakmalı. Parmakları olmasaydı, bir şeyi tutup alması ne kadar zor olurdu. Yahut parmakları hiç kıvrılmasaydı, eller hiç olmasaydı, gözümüz olmasaydı, gözümüz başka yerde olsaydı, halimiz nasıl olurdu? Tırnağın devamlı büyüdüğü gibi, dişlerimiz de büyüseydi ne olurdu? Dişlerimiz kemikle beraber olsaydı, çürüyünce nasıl çekilecekti? Saç uzadığı hâlde, kaşın ve kirpiğin uzamadığını düşünmeli. İnsan kavak gibi büyüyüp gitseydi, ne olurdu? Bitkilerin, meyvaların yaratılışını, yıldızların, gezegenlerin bir ahenk içinde oluşunu düşünmeli. Bunları ne kadar mükemmel yarattığı için Allahü teâlâya hamdetmelidir! Böylece insanın imanı da kuvvetlenir. Fakat devamlı bunlarla uğraşıp da kendine gereken fıkh bilgisini ihmal etmek ise büyük günahtır.

Ebü’l-Kâsım Debbûsî- Hak dostu aramak

mumEbü’l-Kâsım Debbûsî rahmetullahi aleyh, Şafiî mezhebi fıkıh âlimlerindendir. Buhârâ ve Semerkand arasında kalan Debbûsiyye köyündendir. Zeynel Âbidîn bin Ali hazretlerinin en küçük oğlu Hüseyin’in soyundandır. Bağdad’da 487 (m. 1094) senesinde vefât etti. Bir talebesine buyurdu ki:

“Bir akıl, başka bir akılla birleşirse, kötü iş işlemekten, kötü söz söylemekten kurtulur. Fakat nefs başka bir nefsle dost olursa, cüz’î akıl işsiz güçsüz kalır, bir iş göremez olur. Yalnız kaldığın ve danışacak bir akıl sahibi bulamadığın için, ümitsizliğe düşersen hakîkat güneşine mensup bir dostun, bir mürşidin gölgesi altına girersin. Yürü, çabucak kendine bir Hak dostu ara; böyle yaparsan Allah senin dostun olur, yardımcın olur.”

“Evlâdım; her kimi Allah tâlibi (Allah’ı isteyen) görürsen, onun dostu ol! Allah’ı isteyenlerin, Allah dostu olanların komşusu olursan, sen de Hakk’ı isteyenlerden olursun, onların sâyesinde sen de nefis savaşını kazanırsın. Bu dünyada kurulan dostlukların da nefsânî gayeler için olmaması gerekir. Şayet dostluk nefsânî ise bunlar âhirette düşmanlığa dönüşecektir…

Bütün bunların yanında dostluk kadar, dostluğu muhafaza etmek, yâni dostluk ölçüleri içinde yaşamak da çok önemlidir. Büyüklerimiz buyurmuşlar ki:

“Dostlarla konuşurken, çok dikkatli ve ihtiyatlı hareket etmelidir. Çünkü söz vardır, keskin kılıç gibidir; dostluğu keser, öldürür. Kalbde tedavisi imkânsız yaralar açar. Kalb bahçesindeki yeşillikleri, sevgi çiçeklerini kış mevsimi gibi öldürür. Bir söz de vardır, ilkbahar mevsimi gibidir. Her tarafı süsler, güzelleştirir; sayısız yararlar sağlar.”

Ed-Debbûsî hazretleri vefatından kısa bir zaman evvel buyurdu ki: “Ey insanoğlu, sana nasihatim şu olsun. Hayatın boyunca iyilik üzere ol. İmânı, İslâmı öğren ve öğret. Hem kendine, hem başkalarına iyilik et, yardımcı ol. Çünkü bir gün gelecek, sen de ölecek, bu dünyâdan ayrılacak, âhirete gideceksin. Zenginlik hâlinde iyilik yapmayan, Allahü teâlânın ihsân ettiği mal ve beden zenginliğini yerinde kullanmayan, bunların elden gitmesi hâlinde, şüphesiz çok pişmanlık çekecektir, İşte, Allahü teâlânın sana verdiği bu sıhhat ve zenginlik hâlinde, O’nun rızâsı olan işlere koş. Bu hâlini ganîmet bil. Vakit geçirmeden, kendin için ve başkaları için emrolunanları yap. Zîrâ, ileride çok zor günler gelecektir. Âhirette ise, dünyâda iken yaptıkların karşına çıkacaktır.”

Secde İle Hiçlikte Yükseliş

secde

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Kuşkusuz Rabbin katındakiler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler, O’nu tesbih eder ve yalnız O’na secde ederler.” (A’râf, 206)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Kulun Rabbine en yakın olduğu hal secde halidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın!” (Müslim, Salât 215. Ebû Dâvûd, Salât 148; Nesâî, Tatbîk 78)

Secde halinin kulu Rabbine yaklaştırmasının bir de tarihî yönü vardır. Kur’ân-ı Kerîm’de anlatıldığı üzere, Allah Teâlâ Âdem (as)’ı yarattığı zaman meleklere, “Âdem’e secde edin!” diye emretmişti. O zaman bütün melekler secde ettiği halde İblis kibirlendiği için secde etmemiş ve böylece Allah’ın rahmetini kaybederek kâfirlerden olmuştu (Bakara, 34). İnsan Cenâb-ı Hakk’ın yüce huzurunda alnını yere koyup secde etmek suretiyle “Rabbim, ben senin yüceliğini kabul ediyorum. Senin emrine uyarak huzurunda secde ediyorum. Ben şeytanın yanında değil, meleklerin safında yer almak istiyorum. Benim kulluğumu kabul et” diye Rabbine niyâz etmektedir. Secde halini değerli kılan kulun işte bu samimiyetidir. İnsan, Rabbine yakın olduğu halleri ve zamanları iyi bilmeli ve bunları, Efendimiz’in tavsiye buyurduğu gibi, dua ederek değerlendirmelidir. Burada, ilgisi sebebiyle, kulun Rabbine en yakın olduğu bir diğer zamanı daha belirtelim. Peygamber (as)’ın haber verdiğine göre gecenin son üçte biri, yani teheccüd namazlarının kılındığı seher vakti, kulun, Rabbinin rahmetine yakın olduğu zamandır (Tirmizî, Daavât 118; Nesâî, Mevâkît 35). Bu zamanların kıymetini iyi bilmelidir.

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

er-Rakîb: Yarattıklarından bir an bile gâfil olmayan, her şeyi denetimi altında tutan, gözetleyip denetleyen, kullarını bu denetimi ile koruyan, bütün varlıkları üzerinde gözcü olan demektir.

Günün Nasihati

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin? ”
“Hiç” demiş Hoca “hiç kimseyim.”
Dudak büküp önemsemediklerini görünce sormuş: “Sen kimsin? ”
“Mutasarrıf” demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın? ” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam…
“Daha sonra? ..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın? ”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra? ”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp son makamını söylemiş: “Hiç.”
“Daha niye kabarıyorsun be adam ben şimdiden senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım: ‘hiçlik makamı’ında! ”

Kibir şeytana ait bir özelliktir. Bazı insanlarda da bulunan bu özellik sebebiyle Allah’a  secde etmekten kaçınırlar. Oysa ki ; Dünya nimetleri bizleri şımartmamalı, aksine nasip olan her iyilik ve nimetler için bol bol şükretmeliz. Namaz ise şükretmenin zirve noktasıdır.

Bir insan secdede ;

” Subhane Rabbiyel ala ” dedikçe , ( Ey Yüce Rabb’ım! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim )

Kibir sahibi olmaktan uzaklaşır.

Çünkü noksan olan bizleriz, fakir olan bizleriz. Fakrını, acziyetini bilen hiç kimse kibirlenmez.

İlahi Aşk bir nokta idi… / Aşk her yerde

illallah

Kâinatın var oluşu gibi, yok oluşu da aşkladır. Hatta tevhidin sırrı da mecazen burada yatar.

“Aşk, o bir şuledir, parlayınca Ma”şuk”tan gayri her şeyi yakar!

Lâ kılıcı, Hakk”tan başka her şeyi keser atar. Bir bak, Lâ”dan sonra bir şey yüz gösterebilir mi?

Geride sadece illallah kalır, diğer hepsi gider. İkiliği yakan aşk onları tertemiz eder.” (Mesnevî, V, 593-595, Nah.).