Onk.Dr. Haluk Nurbaki’nin yorumuyla Hz. Mevlana ve Hz. Şems – 10

mevlana

Bu geliş aslında mânâ perdesinin arkasından bir geliş olabilirdi. Böyle bir geliş oldu mu, olmadı mı, gözlemlerimiz dışında, bunu biz bilemiyoruz. Bilmekte mümkün değildir. Ancak bu Şems’in birinci Şam gezisine benzemiyor. Birinci Şam gezisi, maddesel bir mesafedeki ayrılıktı. Bu ayrılık ise, kesinlikle mânâ âlemine bir intikaldır. Ama, bedeniyle intikal etmiştir Şems…

Burada yine tasavvuf âleminin çok üzerinde durarak, çok enteresan bulduğu husûsiyetleri vardır. Hz Mevlâna üzerine de pek çok şeyler söylenmiştir. Bir de ayrıca kendi eserleri var, herkes yarım yamalak eserlerinden kıyasen anlatabilir. Onun mânâsını anlatmak çok güç. Hz Şems ise büsbütün mânâ ehlidir, O’nu anlatabilmek çok daha güçtür. Hz Şems için derler ki; Dünyaya metelik vermezdi. İşte o Konya’lıların kalabalığına karşı restleri, bütün bunlar Hz Şems’in hususiyetlerindendi, ama dünyaya ait iki şeye çok özen göstermiştir. Bunların bir tanesi; yemezdi içmezdi ama Resulullah Efendimiz (sav) tiridi severdi (Ekmek ve et suyu ile yapılmış bir yemek) diye mutlaka sık sık tirit yerdi, sırf Resulullah Efendimizin sünnetini uygulamak açısından…

“Mânâ ehli, hangi derecelerde, ne olursa olsun ancak Resulullah Efendimizin sünnetlerinden birini taklit ederse makbuldür” Bunu izah ederdi Hz Şems. Yani siz beni nasıl görürseniz görün der bunu önemsemezdi. Çat bakıyorsun orda, burda evrenin en gizli yerlerinden gelip raporlar getiren bir adam ama satranç oynarken bile görüyorsunuz O’nu. Ancak “Resulullah’ın sünnetine uyarak, ayakta durur mânâm” diyor. Bu çok önemli bir şey.

Bir de dünyayı terk ediş şekli ile HZ ALİ Efendimizin sünnetini icra etmiştir. Çünkü Hz Ali’de bedenini kaybetmiştir. Bu yalnız alevilerin kendi öykülerinde değil, tasavvuf âleminde de, Hz Ali’nin şahadetinden sonra kaybolduğuna inanılır. Hz Ali gerçekten bedenini alıp gitmiştir. Mânâ perdesini bedeniyle geçmiştir. Bu Hz Ali Efendimizin sünnetini, Hz Şems uygulamıştır.

Hz Şems, dünyadan iki büyük örnek aldı. Biri Hz Ali sünnetini gidişinde yapması, diğeri de Resulullah gibi “tirit” yiyerek, ancak O’na benzeyerek insanlığın varlığını ayakta tutabileceğini göstermesidir derler…

Hz Şems’in şehâdete giderken “ayrılık geldi” demesi çok mühimdir. Ölüm geldi demiyor, dikkat ederseniz “ayrılık geldi” diyor. Buradaki ince hesap, acaba nasıl bir ayrılıktır, sorusunu getiriyor. Niçin gitti? Şehid olacağını bile bile, niçin böyle bir kadere sıcaklık duydu?… Çünkü, kaderin önüne geçilemez, kaderde olduktan sonra, elbette olacaktır diye düşünebiliriz ama bir sıcaklık meselesidir kadere. Herkes kaderini seçse bile kaçacak yer arar bilfarz, halbuki Şems koşacak yer arıyordu…

Arkadaşının idam hâdisesinde olduğu gibi kadere koşuşta ki sıcaklık var ya…İşte bu sıcaklığı, bu ayrılığı tercih etme olayı acaba nasıl bir hikmet taşıyor diye tasavvufta uzun boylu düşünülmüştür.

Çünkü Hz Şems’in şehâdetinden sonra, Hz Mevlâna’nın hayatının üçüncü perdesi başlamıştır. Ondan evvelki bir devreydi, “HAMLIK DEVRİ” kendi şiirinde hamdım der. İkinci devresinde “PİŞME DEVRİ” Hz Şems’in eğittiği devrede piştim buyuruyor. Üçüncü devresinde de “YANDIM” diyor. Burada Hz Şems’den sonra Mevlâna raksının titreşimi üçüncü devrede başlamıştır. Onun için çok önemli bir olay.

Hz Şems kendi şehâdetini biliyordu, kaderine sıcak yaklaştı diyoruz, peki Hz Mevlâna, şehadeti biliyor muydu, mâni olabilir miydi, ya da niçin olmadı diye sorarsak, Böyle bir ânı bilmiyordu. Günün birinde her an Hz Şems’in avucundan kaçabileceğini, her an bir yansıma üzerine olacağını biliyordu. Çünkü, artık Hz Şems’deki İlâhî ceryanı farketmişti. Çat bu dünyada, çak kapı bir mânâ âleminde, bunları seyrettiği için, Hz Şems’in herhangi bir ân’da gaybubetini düşünebiliyordu ama, o ânı bilmiyordu. Yani şehâdet anını bilmiyordu.

Hz Şems’in gaybubeti şartmıydı veyahut gaybubet olmasaydı da devam etseydi… Hz Şems’in murâdı şuydu: Hz Şems gönül aynasından bir şeyler seyrettiriyordu Hz Mevlâna’ya. Şems varken, Mevlâna vardı, İlâhî sıcaklık, sevgi ancak Şems’in sayesinde vardı. Şems’in olmayışı, onu buruşturup sanki herşeyden, beşeriyetten bile alıkoyuyordu. Hz Şems ise, meydana gelen bu mânevi eserin kendi kendine, kendindeki aşk-ı bulmasını istiyordu. Yani , ŞEMS KAYBOLMALIYDI Kİ, HZ MEVLÂNA GÖNLÜNDEKİ ALLAH’I BULABİLSİN.

Bu tasavvufun çok önemli rükünlerinden birisidir…

Saygı Kandil Gibidir

Allaha saygıCenâb-ı Hak buyuruyor:

“Şüphesiz Biz insanı en güzel bir biçimde (ahsen-i takvîm üzere) yarattık.” (Tîn, 4)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Allâh Teâlâ, Âdem’i yeryüzünün her tarafından aldığı bir tutam topraktan ya­ratmıştır. Bu sebeple Âdemoğullarının, o topraklara izâfeten bir kısmı kırmızı, bir kısmı beyaz ve siyah, bir kısmı da bu renklerin karışımındaki bir renkte; bir kısmı yumuşak, bir kısmı sert, bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötü huylu olarak (yâni muhtelif istîdâd, husûsiyet ve karakterde) dünyâya gelmiştir.” (Ebû Dâvud, Sünnet, 16; Tirmizî, Tefsîr, 2/2955; Ahmed, IV, 400)

Saygı kandil gibidir, aşkla beslemek lâzım!

Bir ârifin tabağında, üç tane zeytin vardı. Birincisi:

“-Ne de çirkinim, dedi. Beni kim yer ki! Kapkara bir yüzüm var. Üstelik acıyım. Hem, çekirdeğim de kocaman.”

İkinci zeytin:

“-Âh, seninki de dert mi, dedi. Doğru dürüst ne etim var ne çekirdeğim. Çatal bile batmıyor bana, sıskanın tekiyim.”

Üçüncü zeytin:

“-Şükür, dedi. Yüzüm de özüm de güzel. Tadım âlâ, yaratılışım özel. Hem lezizim, hem ilâcım, biiznillah. Kendime saygım da tamdır, çünkü yaratanım Allah! Niye öyle baktınız ki, maşallah deyin maşallah!”

O esnada ârif geldi, zeytinlere hikmet nazarıyla şöyle bir göz gezdirdi. Tebessüm ederek üçüncü zeytine uzandı. Bismillah, dedi, âfiyetle yedi.

Çünkü üçüncü zeytinde, müessire saygı duymanın verdiği, ışıklı bir câzibe vardı. Aynı câzibe, beden elbisesini rûhuna giydirenin Allah olduğunu bilen, kaşıyla, gözüyle, burnuyla ilgili sızlanmaktan vazgeçen ve kendisini, rûhunun tekâmülü için çalışmaya adayan tüm kullarda da vardır. Böyle kullar, hep şükürle tebessüm ettiklerinden, her geçen gün daha da güzelleşirler. Onlar saygılarından ötürü, Rableri karşısında hem bedenen hem de kalben secde hâlindedirler. Allah’a tâatleri ve O’nun takdirinden râzı olmaları, onları diğer mahlûkat nezdinde saygın kılar. (Neslihan Nur Türk, Altınoluk Dergisi, Ocak-2012)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Ğafûr: Kulların günahlarını affederek örten, suçlarından ve hatalarından vazgeçip bağışlayan, mağfireti çok, af edişi sonsuz olan demektir.

Günün Nasihati

Güzel ahlak, kendisini yaratan Rabbini bilmekle başlayıp hal ve tavrını, ibadet ve taatlerini önemseyerek kemale erer. Günümüzde pozitif negatif tabirleriyle tanımlanan insan auraları islami literatürde nurlu nursuz diye tabir edilebiliyor. Nur imandan gelip insanın haline davranışlarına, yüzüne yansır. Baktığınız zaman size Allah’ı hatırlatan kişiler bu zümredendir. Cezb eden bir çekicilikleri vardır. İşte onlar ki, kendilerini kimin yarattığını bilir ve yaratana karşı herhalukârda şükür içindedir. El- emindirler. Yaratana güvendikleri gibi güven duyulan, sevilen, dostluklarına değer verilen kişilerdir. Kim her dakika şikayet eden, şükürsüz, kötü huylu insanlarla arkadaşlık yapmak isterki. Hatta köşe bucak kaçılır öylelerinden. Tazim ve hürmet her zaman saygı uyandıranlara, saygıyı hak edenlere olacaktır. Rabbini seven, şükründen gafil olmayanlar da kandil gibidir. Kelebeklerin ışığa uçması gibi kalbi selim insanlar da onlara meyl eder.
Neden o insanlardan biri gibi olmayalım ki ?

ilahi Aşk bir nokta idi… / Aşk her yerde

aşk

Aşk derdine hiçbir yâr, hiçbir dost yoktur. Âşıkın bu maddi dünyada bir tek mahremi bile bulunamaz.

Âşıktan daha deli ve divane kimse yoktur. Akıl onun sevdasına karşı kördür, sağırdır.

Çünki âşığın deliliği herkesin bildiği delilik değildir. Tıp bilgisinde aşk derdinin devası yoktur.

Ey aşk yoluna düşen kişi, yüzünü kendine çevir, kendi yüzüne bak. Ey âşık, sana âşık olan ancak sensin, senden başkası değil.(Mesnevi)

Dili Şeker, Kalbi Kurt!

kkk 

Cenâb-ı Hak buyuruyor:

“Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar sanki duvara dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine zannederler. Onlar düşmandır. Onlardan sakın! Allah onları kahretsin nasıl da haktan döndürülüyorlar?” (Münâfikûn, 4)

Rasûlullah (sav) buyurdular:

“Ahir zamanda bir takım kimseler ortaya çıkacaklar da dini dünyaya alet edecekler ve insanlara yumuşak görünmek için kuzu postuna bürüneceklerdir. Dilleri şekerden tatlıdır, fakat kalpleri kurt kalbidir.” (Tirmizî, Zühd, 60)

Hz. Peygamber toplum düzenini bozan bu kimselerin kalplerindeki nifâka da işâret ederek şöyle buyurmuştur:

“Ey diliyle Müslüman olup îmân kalbine girmemiş olanlar! Müslümanları üzmeyin, onları ayıplamayın ve onların kusurlarını araştırmayın. Şu muhakkak ki, her kim Müslümanların ayıbını araştırırsa Allah da onun ayıbını meydana çıkarır. Allah her kimin ayıbını meydana çıkarırsa evinin içinde bile olsa onu rezil eder.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85)

Bir Esma-ül Hüsna (Allah’ın En Güzel İsimleri)

el-Vâris: Mahlûkatın tümü yok olduktan sonra diri kalacak olan, ebedî olan, dünya hayatındaki servetlerin geçici sahipleri ahirete göçtükten sonra da varlığı devam edecek olan, servetlerin gerçek sahibi olan demektir.

Günün Nasihati

Münâfıkların, inanmadıkları hâlde çoğu zaman sözlerinin doğruluğuna ve niyetlerinin samimiyetine Allah’ı şâhid tuttukları görülür. Bunu, nifaklarını gizlemek için yaparlar. Hâlbuki kalpleri husumet ve düşmanlıkla dolup taşmaktadır.

İlahi Aşk bir nokta idi… / Aşk her yerde

kkk

Evet “yok” da Allah’ın mahlûku… Bunu bilselerdi, bugün “var”ların onunla var olduğunu ve Yaradan’dan başka “var” olmadığını anlarlardı.
Gece bile güneş olmayınca olan bir şey değil; ayrıca yaratılmış olması gereken bir oluş… Yalnız O var ve bu iş bu kadar…
Aklı kopuncaya kadar geremedikçe, bunu yapamadıkça, ya taklitçi mümin, yahut sersem kâfir olmaya mecbursun!

Aşk, aşk… Aşk selâhiyettir, aşk mülkiyettir, aşk hâkimiyettir. Onun içindir ki, gerçek âşık ne cehennem korkusuyla titrer, ne cennet iştiyakıyla yırtınır. O yalnız Allah’ın likasına (yüzüne) ve rızasına bakar. NFK

RÜYAN NE Kİ KURBANIN NE OLSUN / Dücane Cündioğlu

 

Bilmiyorsun değil mi ey talib? Sevildiğinden emin bile değilsin. Neyi kestiğinden, neden kesildiğinden?
Bir daha bak, ellerinin arasında tuttuğun kütle kimin, neyin?
Tanır mısın onu? Ne kadar tanır, ne kadar seversin?
Hakikaten, sevdiğin için mi kesiyorsun ey talib? Sevdiğini mi kesiyorsun?
Riyanı değil, rüyanı anlat bize!
Ne yazık ki sen sevdiğini kendi rüyan uğruna bile değil, başkalarının hayâlâtını tatmin için kesiyorsun.
Öyle ki yârini sen bile kesemiyorsun da utanmadan sıkılmadan onu nâdanın ellerine terkediyorsun!
Nâ-mahremini başkalarının elleri kavrıyor, seyreden sen oluyorsun. Dağıtan. Gösteriş yapan.
İbrahiminki bir rüyanın eseriydi, seninkiyse riyanın.
İbrahim’in yüreği titriyordu oysa.
Kurban olarak verilen evlâdıydı. Oğulcağızı.
* * *
İşin gücün etle kanla, koyunla koçla… et yiyip et dağıtmakla…
Etleri göğe fırlatıyorsun, kabul edilir sanıyorsun ama her defasında gökten üzerine kan yağıyor, fırlattığın etler patır patır arza düşüyor. Ne et, ne kan semâya ulaşıyor.
Bir de utanmadan İbrahimcilik oynuyorsun. Etlerin kanların arasında aklınsıra bayram ediyorsun.
Hâlbuki bayram, vâsıl olanın hakkı. Hakikate ulaşanın. Hiç değilse, eteğine değenin.
Vuslattan eser yok, o hâlde bu çığlıklar da neyin nesi? Nedir bütün bu bağırıp çığırışmalar? Neyi gördün, hangi rüyayı?  Uğruna sevdiceğini feda ettiğin şu rüyayı anlat bakalım! Senden kim neyi istedi?
Sana, kurbanın nedir, diye sormuyorum ey talib, sadece rüya görüp görmediğini merak ediyorum.
Söyle, senin rüyan nedir? Hangi rüya uğruna neyi kesiyorsun? Hangi rüyanın gerçekleşmesini istiyorsun? Nasıl bir rüyanın?
Rüyan ne ki ey talib, kurbanın ne olsun?
Rüyan kadar kurban kesebilirsin! Düşün kadar. Düştüğün, düşebildiğin kadar.
İnan bana, ancak günahların kadar.
Yazının tamamı

Folon / Salif Keita

 

Geçmişte, kimse sana sormadı
Geçmişte, kimse bana sormadı
Geçmişte, böyle yürürdü işler
Geçmişte, ne olursa olsun
Geçmişte, kimse bilmek bile istemezdi.

Hayata geçirmek için dilekleri olan insanlar
Kendileri hakkında düşünebilen insanlar
Aç kalmış insanlar..
Geçmişte, ne olursa olsun
Geçmişte, hakkında konuşamazdın bile..

Bugün, (sistem içinde etkin anlamda) yer almayı düşünebiliyorsun
Bugün, yer almayı düşünebiliyorum.
Bugün, hepimiz yer almayı düşünüyoruz.
Bugün, insanlar bilmeyi istiyor.

 

 “Allah her insanı mükemmel yaratmaz, eksiklikler verir. Bendeki eksikliğe rağmen bana müziği bağışladı”  Salif Keita

 

Bu şarkıyı ilk dinlediğimde ” Acı,keder ” bir seste bu kadar mı etkili yansıtılır dedim. Anlamasanız bile hissediyorsunuz. Kızım henüz 4 yaşındaydı sanırım. Alt yazılı bir filme gitmiştik ( bilmeden ). Çok duygusal bir aile dramı işlenmiş filmde bizler finalde ağlarken bir an gözümüz kızımıza takıldı. Ağlıyordu…İngilizce konuşulan bir filmden ne anlamıştı şaşırmıştık. Hissetmek böyle birşey. Bu şarkıyı dinlediğim de kızımın o gününü anımsadım ve onu anladım. İsra Doğan